CHP Bursa İl Kongresi öncesinde Parti’nin hâl-i pür melâli

1995’ten itibaren bütün CHP Bursa İl Kongrelerini takip etmişimdir. 1995’te Sadık Çakar ile rahmetli ağabeyimiz Can Ertan il başkanlığı için yarışmışlardı. Parti 1995 seçimlerinde barajı kıl payı aşmış, 1999 seçimlerinde ise baraj altı kalmıştı. Partinin oy oranı bugüne nazaran üçte bir kadardı. O zamanlar hem Bursa hem de CHP Bursa İl Örgütü günümüzle kıyaslanmayacak kadar küçüktü. Tüm üyeler, ilçeler dâhil, birbirlerini tanırlardı. Kongre tartışmalarının merkezinde Baykalcılar ve karşıtlarının mücadelesi olsa da, aday ve delege konuşmalarının siyasal içeriği vardı.

1995’teki olağanüstü il kongresini Sadık Çakar kazandı. Sonrasında yapılan olağan il kongresinde Sadık Çakar, Murat Kaçar’ı 1 oy farkla geçmişti. Can Ertan da azımsanmayacak bir oy ile üçüncü olmuştu. Eğer o kongrede Kaçar ve Ertan birleşseydi Baykalcılar kongreyi kaybedeceklerdi. 1973’ten sonra başlayan parti içi demokraside kısmi erozyona rağmen, 1990’lı yıllarda örgüt güçlüydü, Genel Merkez’e rağmen kongreler kazanılabiliyordu, Parti’nin büyük badireleri atlatmasında kurumsal kimlik ve örgüt bilinci önemli rol oynamıştı.

1999’da istifa eden Baykal, 2000’de olağanüstü kongre ile geri döndü. Baykal’ın ikinci gelişi, örgütsel kültürü tırpanladığı yeni bir süreç başlattı. 1990’lı yılların çok sesli CHP’si, Baykal’ın partisine dönüşmüştü. 2010’da Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olması, partiden kopmuş birçok kişinin geri dönüşünü sağladı. Baykal döneminin örgütü zayıflatan hatalarının tekrarlanmayacağı beklentisi büyüktü fakat örgütü daha büyük bir erozyona uğratan bir süreç başlamış oluyordu.

Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, Parti kültüründe yeri olmayan kimlik temelli aidiyetin etkili hale geldiği, siyaset yapmanın “pahalılaştığı” ve belediye başkanlarının kongrelere damgasını vurduğu, Partinin içinde farklı çıkar gruplarının paylaşım çatışması-müzakeresine girdiği “örgütsüz” bir yapıya dönüştü.

Özgür Özel’in Genel Başkanlığı “olağanüstü döneme” denk geldi. Varlığını savunma pozisyonunda kalan ve yalnızlaştırılmaya çalışılan CHP, örgütsel sorunlarını verimli bir şekilde tartışamadı. Bunun için kongreler önemli bir fırsat olabilirdi ama yapısal bozuklukların ne kadar şedit hale geldiği ortaya çıktı.

CHP Bursa’da ilçe kongreleri hakkında Bursa basınında yazılanlara göz gezdirmek, yapısal sorunları görmek açısından verimli oldu. Osmangazi İlçe Kongresini değerlendirenlerin ortak görüşü seçimi Erkan Aydın’ın kazandığı üzerineydi. Yıldırım’da ise ipi göğüsleyen Mustafa Bozbey olmuştu. Nilüfer’de, ilçe ve büyükşehir kapışmış, Özgür Şahin faktörüyle büyükşehir ezici bir üstünlük sağlamıştı. En büyük ilçe Osmangazi’yi kazanan mevcut il başkanı Nihat Yeşiltaş karşıtları, ortadaki tablo karşında aday çıkaramadılar. Son zamanlarda en çok duyduğum söz, Aydın ile Bozbey’in mevcut durum üzerine uzlaştığıydı. Kapalı kapılar ardında güç odaklarının pazarlığı, CHP tarihinde ilk kez tek adaylı bir Kongre’ye neden oluyor. Çok sevdiğim kıymetli dostum Nihat Yeşiltaş’ın şahsıyla ilgili değil elbette söylemek istediğim. Onu da aşan yapısal bir sorundan bahsediyorum. Rekabet, siyasal ve örgütsel meseleler üzerine olmayınca, Kongre teferruata dönüşüyor. Bu şartlarda CHP’nin çok eleştirdiği “etkisiz ve yetkisiz parlamento”dan, CHP Kongreleri’nin ne farkı kalıyor? Eğer delegeler, siyasal ve örgütsel meseleleri kürsüye taşımazlarsa, 19 Ekim Pazar günü, adeta parlamenterler gibi sadece kol kaldırıp indirmekten ibaret bir beden çalışması yapacaklar.

Dikkat edilirse ortada ne siyasal mücadele ne de örgüt var. Seçimi hangi adayın kazandığı ile değil, kimin kazandırdığı ile meşgul oldu basınımız. Haksız da sayılmazlar, arkalarında belediye başkanlarının gücü olmadan hangisi böyle bir adaylık sürecine girebilirdi, girse de ne kadar başarılı olurdu?

CHP’nin siyaseten yalnızlaştırılmaya çalışıldığı bir süreci idrak ediyoruz. “Güçlü Parti-Örgütlü Üye” denklemiyle aşabileceği zorlu bir süreç var CHP’nin önünde. Oysaki şimdiki vaziyet “Güçlü Belediye Başkanı – Örgütsüz Üye – Zayıf Parti”.

CHP’nin ilçe kongrelerinde siyasal tartışma yaşanmadı. İktidar karşıtı ajitatif konuşmaların bağıra çağırı yapılmasının hiçbir anlamı yok, “Türk’e Türk propagandası”nı aşmayan karikatür görüntüler. Zübük’ten bir sahnedir, İbrahim Zübükzâde en çok bağıranın başkan olacağını anlamış ve birkaç dakika sonra omuzlarda ocak başkanı olarak yükselmişti.

CHP’nin yalnızlaştırılması girişimi bir yönüyle fırsattır. CHP’nin sistem dışına çıkması için imkândır. Fakat mevcut yapısıyla CHP’nin bu imkânı değerlendirmesi mümkün olmuyor. Sistem içinde kaldıkça boğulmaya mahkûm, olur da Amerikan yardımıyla kurtulursa, az tuzlu adalet ve orta şekerli demokrasiden başka ne vaat edebilir? CHP’nin belediyelerine yönelik operasyonlarında çuvaldızı iktidara batırması hakkıdır ama iğneyi kendisine batırmazsa, yaşananlarla hesaplaşmazsa daha çok tekerrür eder başına gelenler. Boşuna denmemiş, “ders alınsaydı tekerrür eder miydi hiç?”

CHP’nin son Parti Programı çalışması açık söylemek gerekirse “felaket”. Batı’ya biz iktidardan daha Amerikancıyız, daha NATO’cuyuz demekten öte bir söylem yok. Hele NATO Parlamenterler Asamblesi Toplantısı’nda CHP’yi temsil eden Utku Çakırözen’in pro-İsrailci konuşması ve Kürecik Üssü’ne övgüler düzmesi karşısında yüzü kızarmayacak bir millici olabilir mi? AKP’ye, haklı olarak “İsrail’e karşıysan Kürecik’i kapat” diye yazan sevgili CHP’li arkadaşlarımın, Çakırözen’e tek bir tepki vermemesine de şaşırıyorum.

CHP’nin “asgari geçim ödeneği” adı altında, AKP döneminde yaratılan “dilenci ekonomisi”ni taklit eden popülist programıyla “üretim ekonomisi” kurmak mümkün mü? Emeğin en yüce değer olduğunu savunmak varken, lümpenleşmeyi körükleyen, toplumu çürüten, üretimden koparan ve büyük bir toplumsal artık değeri verimsizleştiren bu söyleme itiraz edecek yok mu? Oysaki bu kaynakları kamu yatırımları üzerinden insanımıza iş, ülke ekonomisine katma değer ve emekçi ahlakı olarak dönebilir. Demokrasi ve güçlü ekonomi arasında önemli bir ilişki vardır. Dünyada iyi işleyen demokratik rejimlerin hepsinde kişi başına düşen milli gelir yüksektir. Kişi başına düşen milli gelir 30 bin dolarsa 30 bin dolarlık, 5 bin dolarsa 5 bin dolarlık bir demokrasiniz oluyor. Çünkü demokrasi güçlü ve yaygın bir orta sınıf gerektirir. Bu yoksa demokrasi de sağlıklı işlemez. Bu nedenle mevcut programıyla CHP’nin ancak “orta şekerli demokrasi” getirebileceğini yazdım.

Bakalım CHP Bursa İl Kongresi’nde örgütsel ve siyasal tartışmalar yaşanacak mı? Yoksa yüksek volümlü bir sesle, ajitatif iktidar karşıtı söylem ve içi boş birlik-beraberlik nutukları mı atılacak?