Genel

CHP'nin Terörsüz Türkiye komisyonundaki önerileri

CHP, PKK’nin feshi ve silahsızlanma sürecine ilişkin yasal önerilerini rapor haline getirdi. Raporda, demokratikleşme, yargı bağımsızlığı ve toplumsal barış için kapsamlı yasal değişiklikler talep edildi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) PKK'nin feshi sürecinde atılması gereken yasal adımlara ilişkin raporunu açıkladı. Söz konusu maddeler, "hukuk devletinin tüm kural ve kurumları ile işler hale getirilmesine yönelik yasal öneriler geliştirilerek demokratik standartların yükseltilmesi, Kürt sorununun çözülmesi ve toplumsal barışın sağlanması, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, tutukluluğun istisna olmasının sağlanması, infaz rejiminin düzeltilmesi başta olmak üzere anti demokratik tüm yasal düzenlemelerin ve uygulamaların son bulmasına yönelik öneriler" olarak sıralandı.

PKK'nin silah bırakma ve fesih sürecine girmesinin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, komisyon üyelerinden oluşan bir heyetin İmralı'da Abdullah Öcalan'la görüşmesinin ardından bugün ilk kez toplandı.

Komisyon başkanlığını yürüten TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, "Terörsüz Türkiye sürecinin" en hassas dönemine girildiğini belirtirken, CHP de sürece ilişkin çözüm önerilerini bir rapor haline getirdi.

Söz konusu rapor, CHP'nin Ağustos 2025'te yayımlanan 29 maddelik "Demokratikleşme Paketine" dayanılarak hazırlandı.,

"ATILACAK ADIMLAR KÜRT SORUNUYLA SINIRLANDIRILMAMALI"

Atılması gereken adımların; Kürt sorununu dışlamayan, ancak Kürt sorunuyla da sınırlanmayan bir bakış açısıyla planlanması gerektiği ifade edilen raporda, "Türkiye’nin bugün yaşadığı adaletsizlik ve hukuksuzluk sorunlarının birçoğu, yürürlükteki Anayasadan değil, bu Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerin, asgari standartlarda dahi uygulanmamasından ve yargıya siyasi müdahalelerden kaynaklanmaktadır" denildi.

CHP'nin demokratikleşme ve toplumsal barışın inşasını; anti demokratik yasal düzenlemeler ile uygulamalara son verilmesinde gördüğü kaydedilen raporda, yargı üzerindeki tüm siyasi baskılara derhal son verilmesi çağrısı yapıldı.

Metnin tamamı şöyle:

1. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Uygulanması Amacıyla İdari ve Siyasi Engellerin Kaldırılması

Anayasa’nın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığı ifade edilmektedir. Anayasa’nın 90. maddesinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmaların ulusal hukukun bir parçası olduğu ve kanunların da üzerinde olduğu belirtilmektedir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bağlayıcıdır.

Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın kişi hürriyetinin ve seçilme hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle, dosyası yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve fakat bu karar yerel mahkemece uygulanmamıştır (BB No: 2023/53898). Dahası yok hükmündeki Yargıtay kararı TBMM Başkanlığınca TBMM Genel Kurulu’nda okutularak Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliği düşürülmüştür. Ancak bu düşürülme kararının yok hükmünde olduğu CHP Grubunun başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesince tespit edilmiştir. Benzer biçimde Anayasa Mahkemesi’nce Şehir Bölge Plancısı Akademisyen Tayfun Kahraman’ın adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle, dosyası yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve fakat bu karar yerel mahkemece uygulanmamıştır (BB No: 2023/98215).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, siyasi parti genel başkanlığı yapmış olan Selahattin Demirtaş’ın siyasi saiklerle yargılandığı gerekçesiyle derhal serbest bırakılmasına karar vermiş fakat mahkumiyeti devam etmektedir (B. No: 13609/20) Benzer biçimde AİHM, Figen Yüksekdağ hakkında da ihlal kararı vermiştir (B. No: 10207/21 ve 10209/21) Yine AİHM, Osman Kavala hakkında uzun süreli tutukluluk nedeniyle hak ihlali kararı vermesine rağmen; serbest bırakılmadı (B. No: 28749/18).

Bu durum, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını fiilen ortadan kaldırarak Anayasa metnini işlevsizleştirdiği gibi; insan hakları bakımından uluslararası mahkemeler nezdinde ihlallere mahal vermektedir.

Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular neticesinde verdiği hak ihlali kararlarının yanında iptal kararlarının da sıklıkla uygulanmadığı, iptal edilen düzenlemelerin üzerinde hiçbir değişiklik yapılmaksızın veya esasa ilişkin olmayan kelime veya ibare değişikliklerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kanun teklifi olarak sunulduğu ve Cumhur ittifakı oylarıyla kabul edildiği görülmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği hükümlerin hiçbir değişiklik yapılmaksızın yeniden kanunlaşması uygulamasına son verilmelidir. Anayasa Mahkemesi bir konuda iptal kararı vermiş, buna rağmen aynı hükümlerle bir kanun teklifi sunulduğunun tespit edilmesi halinde, TBMM Başkanlığının, bu kanun teklifini, ilk imza sahibine iade edilmesi prensibini benimsenmesi anayasal bir zorunluluktur. Bunun için, Komisyon tarafından bir ilke kararı alınması ve TBMM’de Grubu bulunan siyasi partilerin genel başkanlarına TBMM Başkanlığı aracılığıyla iletmesi gerekmektedir.

Anayasanın 90 ve 153. maddeleri hükmü gereği, Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm kararları uygulanmalıdır. Bunun için hiçbir kanuni düzenleme yapılmasına gerek yoktur. Hemen bugünden itibaren, Anayasaya aykırı olarak konulan idari ve siyasi engeller ortadan kaldırılmalı, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali kararlarının gereğini yerine getirmeyen hâkimler ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından derhal disiplin soruşturması açılmalıdır.

2. Toplumsal Barışın İnşası İçin Anayasada Düzenlenen Hak ve Özgürlüklerin Kullanılmasını Engelleyen İdari ve Siyasi Uygulamalara Son Verilmesi

Kalıcı bir toplumsal barış ortamının kurulabilmesi, ancak demokratikleşme adımlarıyla ve hukuk devletinin tesisiyle mümkündür. Türkiye’nin demokratikleşmesi için herkesin düşüncesini özgürce dile getirebildiği bir ortamın sağlanması; siyasi iktidar ve paydaşlarının ifade özgürlüğünün sınırlarını aşacak ötekileştirici bir nefret dilini kullanabildiği, bunun dışında kalan herkesin ise kendisini baskı altında hissettiği mevcut düzenin terk edilmesi şarttır.

Bu bağlamda terör örgütünün silah bırakması ve kendisini fesih süreci başlatması da toplumsal barışın inşası için önemlidir.

2.1. Terörle Mücadele Kanunu’nda Hukuki Belirlilik İlkesine Dayanılması

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, soyut tehlike suçunu düzenleyen muğlak ifadelerle doludur. 3713 sayılı Kanunda öngörülen suçların unsurlarındaki belirsizlik ve iktidarın dönemsel siyasal tercihlerine göre değişen yaklaşımları, bir yandan ülkemizde büyük acılara yol açan terör örgütleri ve eylemlerine karşı etkili bir mücadeleye engel olmakta; diğer yandan düşüncelerin özgürce dile getirilmesinin ve demokratik hakların kullanılmasının da önüne geçmektedir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu muğlak ifadelerden arındırılmalı, ifade özgürlüğünü engelleyen hükümler kanundan çıkarılmalıdır. İfade özgürlüğünün sınırlanmasında cebir ve şiddet içeren eylemleri övme ve bunları alenen teşvik dışında, hukuki belirlilik ilkesine aykırı ölçütlere başvurulmamalıdır. Terör ve örgüt üyeliği tanımı, açık ve herkes tarafından ortak bir şekilde anlaşılacak netlikte ve toplumsal tam bir mutabakat sağlanarak gözden geçirilmelidir.

2.2. Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçunun Yeniden Düzenlenmesi

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçuna “somut saldırıya sebep olma” ölçütü getirilmeli, düzenlemenin amacına aykırı olarak çoğunluğu, azınlığın fikirlerine karşı korumak olarak algılayan ve eleştirel açıklamaları suç sayan baskıcı ve antidemokratik yorumlara engel olunmalıdır.

2.3. Otoriter Yönetimlerden İthal Edilen Yasa Tekliflerinin Gündemden Kalıcı Olarak Geri Çekildiğinin Açıklanması

Etki ajanlığı gibi dünyada antidemokratik yönetimler tarafından muhalefeti baskılamak için kullanılan ve hukuki belirlilik ilkesine aykırı olan kanun teklifleri kalıcı olarak gündemden kaldırılmalıdır. 7545 sayılı Siber Güvenlik Kanunu’nda yer alan, eleştiri özgürlüğünü ve gazetecilik faaliyetini ciddi bir şekilde etkileyecek olan “veri sızıntısına dair içerik oluşturma” suçu yürürlükten kaldırılmalıdır.

2.4. Halkın Haber Alma Hakkı Önündeki Bir Engel Olarak Erişim Engellemesi Sorunu

Erişim engelleri halkın haber alma hakkının önündeki en büyük engellerden biridir. Hemen her toplumsal olayda yayın yasağı kararı verilmesinin, haber ve içeriklerin erişime engellenmesinin önüne geçecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar, yeni uygulamalar dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda uluslararası ifade özgürlüğü standartları dikkate alınmalı, idari makamların yargı yetkisi kullanmasının önüne geçilmelidir.

İçerik çıkarılması da sansürün bir başka türü olarak uygulanmaktadır. İçerik çıkarılması her ne kadar kişilerin mahremiyet ve lekelenmeme hakkının korunması için öngörülmüş olsa da uygulamada, bu amacın aksine kamusal dijital hafıza ve bilgiye erişim hakkının engellenmesi şeklinde kullanılmaktadır. Kamusal tartışmaya ve halkın haber alma hakkına engel olan sansüre bu yönüyle de son verilmelidir.

2.5. Kamuoyunda Sansür Kanunu Olarak Bilinen 7418 Sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla Getirilen Düzenlemelerin Yürürlükten Kaldırılması

Dezenformasyonla mücadele, demokrasinin işleyişi için önemlidir. Sosyal medyada ve basın organlarında algı yönetimi çalışmaları seçmenlerin manipülasyonu ve siyasetçilerin itibarına saldırılar için yaygın olarak kullanılmaktadır. Gerçek olmayan bilgiler yayılırken muhalefetin baskılanması amaçlanmakta, yargı süreçlerine dair işlemlerin taraflarına bilgi verilmeden önce sosyal medya ve basına yapılan sızıntılarla algı operasyonları düzenlenmektedir. Ancak gerçek dezenformasyonla mücadele etmek yerine iktidar bizzat dezenformasyonun kaynağı haline gelmiştir. Kamuoyunda “dezenformasyon yasası” olarak bilinen 7418 Sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla getirilen düzenlemeler, eleştirinin suç olarak görüldüğü bir düzen yaratmış, ifade ve basın özgürlüğüne büyük bir darbe vurmuştur. Bu Kanunla, 5187 sayılı Basın Kanunu ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanuna eklene sansür hükümleri yürürlükten kaldırılmalıdır.

2.6. Basın Özgürlüğü Önündeki Kurumsal ve Yasal Engellerin Kaldırılması

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Basın İlan Kurumu siyasal iktidarın cezalandırma aparatı olmaktan çıkarılmalı, Anayasa’da da açıkça belirtilen görevlerini yerine getirmesi gereken denetleyici ve düzenleyici kurum olma özelliğine döndürülmelidir. RTÜK’ün iktidarı eleştiren yayınları nedeniyle televizyon kanallarına uyguladığı “idari yaptırımlar”, “para cezaları” ve “yayın durdurma” kararlarının önüne geçilmelidir.

RTÜK yargı işlevi gören ve cezalandıran bir kurum olmak yerine koordinasyonu esas alan bir uzmanlık kurulu haline getirilmelidir. 5187 sayılı Basın Kanunu ve 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın İş Kanunu, basın özgürlüğü temel alınarak ve dijital gazeteciliği kapsayacak şekilde meslek örgütlerinin katkısıyla yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca Dijital Telif Kanunu da basın meslek örgütlerinin görüş ve önerileri doğrultusunda hazırlanmalıdır. Kimin gazeteci, basın çalışanı ve/veya medya mensubu olduğuna yürütme organı değil, sadece meslek örgütlerinin karar vermesi sağlanmalıdır. Meslek örgütlerinin gazeteci olarak kabul ettiği isimlere yönelik akreditasyon uygulaması tüm çalışma alanlarında derhal kaldırılmalıdır. Gazetecilerin yalnızca gazetecilik faaliyetleri sebebiyle Cumhurbaşkanına fiili saldırı ve halkı yanıltıcı bilgi yayma suçundan yargılanması söz konusu olmamalı, tutuklu gazeteciler derhal serbest bırakılmalıdır.

2.7. Örgütlenme Özgürlüğü Önündeki Kanun ve Uygulamadan Kaynaklı Tüm Engellerin Kaldırılması

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun, anayasaya aykırı sınırlamalardan arındırılarak yeniden düzenlenmelidir. Kanun, uygulamada her tür barışçıl gösteri ve protestoların yasaklanması ve anayasal hakkını kullanan yurttaşların cezalandırılması için bir dayanak olarak gösterilmektedir. 19 Mart darbe girişiminden itibaren yüzlerce genç anayasal hakkını kullandığı için kötü muameleye maruz kalmış, gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Barışçıl gösteri ve eleştiri hakkını kullandığı için tutuklanan tüm yurttaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır. Unutulmamalıdır ki örgütlü toplum ve aktif yurttaşlık, demokrasinin temelidir.

Grev erteleme kararları, anayasada güvence altına alınan grev hakkının yasaklanması sonucunu doğurmakta, bu yasaklarda kanunda öngörülen kamu güvenliğinin korunması yerine işçilere karşı sermayenin korunması amacı benimsenmektedir. Grev yasaklarına son verilmeli, çalışanların örgütlenme, grev ve toplu sözleme hakları Uluslararası Çalışma Örgütü kurallarına uygun olarak korunmalıdır. Emek örgütlerinin sosyal diyalog ve karar mekanizmalarındaki varlığı güçlendirilmeli ve etkileri artırılmalıdır.

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, Kanun’un karmaşık sistematiği, istisnalarla dolu olması ve pek çok şartın birlikte var olması gerektiğine ilişkin hükümler hakkın kullanılmasını engellediği gibi, Kanun hakkın kullanımını değil, kullanılmaması sonucunu doğurmaktadır. Bu yöndeki en önemli hususlardan birisi toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin nerede yapılacağına ilişkin düzenlemedir. Anayasa Mahkemesi de toplantı ve gösterinin düzenlenmesi ile hedeflenen amaçlarına ulaşılabilmesi için önemi gözetildiğinde mekân seçim serbestîsinin soyut ve kategorik olarak yasaklanmasının Anayasa bakımından kabul edilemez olduğunu, kamu otoritelerinin bu yöndeki sınırlamalarının somut olayın koşullarına göre demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması şartından bahsederek her somut olayda mülki amirlikçe hakka yapılacak müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaçtan kaynaklandığının ortaya konulması gerektiğini belirtmiştir.

Grev yasağıyla ilgili olarak Anayasa’nın 54. maddesindeki “Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir.” hükmünün genel bir yasaklama maddesi biçiminde yorumlanmasından vazgeçilmesi ve 6356 sayılı Kanun’un 62. maddesiyle düzenleme altına alınan Grev ve lokavt yasaklarının yürürlükten kaldırılması gerekir. Sosyal ve ekonomik hakların özüne ve Anayasa’nın sistematik bütünlüğüne uygun olarak, toplantı ve gösteri yürüyüşleri bakımından genel yasaklayıcı düzenleme ve uygulamalara son verilmesi gerekmektedir.

3. Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratik Siyaset Ortamın Oluşturulması

Kürt sorununun sadece güvenlik politikaları ve terörle mücadele düzenlemeleri ele alınarak çözülemediği görülmüştür. Türkiye’de Kürt sorununun çözümü, gerçek bir demokrasinin inşasından bağımsız düşünülemez. Bu nedenle meşru siyaset alanının daraltılmasına yönelik uygulamaların hızla geri alınması ve demokratik siyasal zeminin güvence altına alınması için gerekli adımların atılması çözüm için elzemdir. Demokratikleşme için gerekli kanuni düzenlemelerin yapılması kadar, mevcut kanunların uygulamasındaki hukuk dışı yaklaşımların terk edilmesi ve anayasa ihlallerine son verilmesi hayati önemdedir. Bu bağlamda Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü kapsamında yapılacak özel ve genel hukuki düzenlemelere ilişkin CHP kendi hazırlıklarını yapmakla beraber; Adalet Bakanlığı’nın kendi çalışmalarını en kısa sürede tamamlayarak komisyona ulaştırmasını bekliyoruz.

4. Yerel Yönetimlerde Kayyım Uygulamasına Son Verilmesi

Kayyım uygulaması, tüm seçilmişlerin meşruiyetini sağlayan sandığı ve halk iradesini yok saymak, Cumhuriyetin taşıyıcı kolonlarını kesmektir. Demokrasilerde temel ilke, seçimle gelenin seçimle gitmesidir. Belediyelere kayyım atanmasına ilişkin olağanüstü hâl kalıntısı yasal düzenleme derhal yürürlükten kaldırılmalı, bu kapsamda 11 siyasi partinin TBMM Başkanlığına sunmuş olduğu ortak kanun teklifi gündeme alınmalıdır. Yalnızca 31 Mart 2024 seçimlerinin ardından ilk olarak Hakkari, Esenyurt, Mardin Büyükşehir, Batman, Halfeti, Tunceli, Ovacık, Bahçesaray, Akdeniz, Siirt, Van Büyükşehir, Kağızman ve Şişli Belediyelerine kayyım atanması ile başlayan anti-demokratik süreç; 19 Mart 2025 tarihinden sonra yaşanan darbe girişimi sürecinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı, Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, önceki dönem Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç tutuklanması ile devam etmiştir. Ayrıca, kayyım atanmamış olan birçok belediyede de başkanlar görevlerinden uzaklaştırılmıştır.

25 milyondan fazla yurttaşımızın yaşadığı 13 farklı ilde, görevden uzaklaştırılan 18’i Cumhuriyet Halk Partili olmak üzere toplam 28 belediye başkanına oy veren 17.423.410 seçmenin iradesi bu kentlerimiz ve ilçelerimizde geçersiz kılınmıştır. Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre 31 Mart yerel seçimlerinde Türkiye geneli toplam kayıtlı seçmen sayısı 61.441.882’dir. Görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının görev yaptığı bölgelerdeki toplam seçmen sayısı, Türkiye geneli toplam seçmen sayısının %28,35’ine ulaşmıştır.

Mahalli idareler sisteminde kamu yönetiminin bütünlüğü ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi esas alınmalıdır. Afet gibi olağanüstü haller dışında yerel yönetimlerin yetki alanlarına giren ve onları devre dışı bırakarak bakanlıklara ve kamu kurumlarına yetki devrini düzenleyen yasal düzenleme ve yürütme işlemlerine son verilmelidir. İktidarın özellikle 31 Mart 2024 seçimleri sonrasında, yerel yönetimlerde gücü azaldıkça yerel yönetimler üzerinde mali ve idari yetkilere artan müdahalesi durdurulmalı, anayasada düzenlenen idari vesayet yetkisinin siyasi amaçlarla istismarına son verilmelidir.

Bununla birlikte yerel yönetimlerin idare ettiği mahalde yapılacak ve çevreye zarar verecek imar planlarına vb. karşı yürütülen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinde; bu bölgenin civarında yaşayan vatandaşlarımızın demokratik çoğulcu demokrasi anlayışına uygun biçimde özgürce fikirlerini dile getirmeleri sağlanmalıdır.

Bu çerçevede CHP Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, CHP Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Gökhan Günaydın, CHP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Murat Emir’in, 5 Kasım 2024 tarihinde verdiği 2/2667 esas numaralı Kanun Teklifi ile diğer Partilerin aynı mahiyette verdikleri kanun tekliflerinin kanunlaştırılması önem arz etmektedir.

5. Siyasetin Yargı Aracılığıyla Dizayn Edilmesi ve Toplumsal Muhalefetin Sindirilmesi Amacıyla Anayasaya Aykırı Olarak Yapılan Tutuklama ve Davalara Son Verilmesi

5.1. 19 Mart Darbe Girişimi Kapsamında Haksızca Tutuklanmış Olan Tüm Siyasetçi ve Bürokratların Derhal Tahliye Edilmesi

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, tüm yurttaşlarımızın adil yargılanma hakkına erişebilmesi için anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Siyasi rekabet, ifade özgürlüğüne ve halkın kendisini temsil edecek yöneticilerini özgürce seçebilmesine dayanır. Yargı siyasi tartışmaların ve siyasal stratejilerin tarafı olamaz, savcılıklar muhalefetin hangi siyasal stratejileri benimseyeceklerine karar veremez.

15,5 milyon yurttaşımızın kullandığı oyla Cumhurbaşkanı Adayımız olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edilmiş, bu dosyayı inceleyecek olan hâkimlerin yeri değiştirilmiştir. Yargı tacizi yalnızca diploma iptaliyle sınırlı kalmamış, siyasi yasak talepleriyle yürütülen yargılamalarda Ekrem İmamoğlu ve avukatı ile çalışma arkadaşları da hukuka aykırı olarak tutuklanmıştır. Savcılık tarafından Ekrem İmamoğlu’nun sesi ve görüntüsü dahi yasaklanmış, bunları içeren tüm materyallerin kullanılması durdurulmuştur.

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı, Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, Parti Meclisi Üyemiz Baki Aydöner, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, önceki dönem Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç tutuklanmış ve halen tutuklu bulunmaktadır. Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere gözaltına alınmış ve hakkında ev hapsi kararı verilmiş; bu ev hapsi kararının kaldırılmasının ardından gecikmeli olarak belediye başkanlığı görevine iade edilmiştir.

İddianamelerin bazılarında “Kent Uzlaşısı formülü ile batı il ve ilçelerindeki Kürtlerin, belediyeleri kazanamasalar da uzlaşılacak ve desteklenecek aday karşılığında belediye meclislerinde belli sayılarda kota elde edilmesi sonucu yerel yönetimlerde yer almalarının amaçlanması” gibi hukuki olmaktan uzak ve sübjektif ifadelere yer verilmekte, toplumun tüm kesimlerini kapsamaya yönelik siyasi faaliyetler Cumhuriyet savcılıkları tarafından yorumlanmakta, fiilen suç kapsamına alınmaktadır.

Mahkemeler aracılığıyla siyaseti dizayn girişimlerine ve kanuna açıkça aykırı şafak operasyonlarıyla itibar suikastlarına son verilmelidir. Başkanlarımız ve hukuka aykırı olarak tutuklanmış olan tüm yol arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır. Görevlerini kötüye kullanan ve adaletin tesis edilmesini hukuka aykırı bir biçimde engelleyen hâkim ve savcıların idari, cezai ve hukuki kişisel sorumlulukları yasal dayanağa kavuşturulmalı, hâkimlerin siyasi müdahalelerle yer değiştirmesine yönelik kararlar derhal durdurulmalı, hukuk devletinin gereği olan doğal yargıç ilkesi güvence altına alınmalıdır.

Tutuklama ve adli kontrol tedbirlerinde; daha hafif bir “koruma tedbiri” ile elde edilecek bir sonuç söz konusu iken tutuklama tedbirine başvurulması “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ilkesini ihlal etmektedir. Ancak bu husus Türkiye'de rutin bir işleyişe dönüşen, uygulamadan kaynaklı açık ve yaygın bir sorun olarak “ölçülülük ilkesine” aykırılık taşımaktadır.

Bu yöntemle verilen hürriyeti bağlayıcı bir tedbir, yargılama sonucu hükmedilmesi ihtimali olan bir yaptırımın peşinen uygulanması sonucunu doğurmaktadır. Bu da henüz soyut iddialar düzeyindeki suçlamanın, soruşturmanın başında hüküm verilmişçesine tesis edilerek açık bir biçimde “masumiyet karinesi”nin ihlaline yol açmaktadır. Buna bağlı olarak kişiler uzunca bir süre, keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılmakta ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlal edilmektedir. Soyut iddia ve isnatlar, “ikili devlet (dual state)” anlayışı ve uygulamasıyla karşılık bulmaktadır. İkili devlet anlayışını pekiştirmek üzere icat edilen suçların, keyfi bir şeklide işleyen güvenlik güçleri - yargı bürokrasisi işlemlerinin meşruluğu bulunmamaktadır. “Bağımsızlığı ve tarafsızlığı” olmayan bir yargı ve bürokrasi düzeni temel hak ve özgürlükler için tehlike unsurudur. İçinde bulunduğumuz vesayetçi uygulamada, yargı ve onun bünyesinde “özel yetkili savcı - seçilmiş yargıçlar” teşkilatlanması ile karşı karşıya kalınmıştır. Bunların işleyişinde ise hukuka aykırı tutuklamaların ve adil yargılanma hakkına aykırı hükümlerin verilmesi kaçınılmazdır.

Vatandaşlarınızın seçimlerde oy verdiği ve belli makamlara taşıdığı kamu görevlileri hakkındaki iddialara ve bunların savunmalarını doğrudan öğrenme imkanına sahip olması gerekir. Bu amaçla; CHP Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, CHP Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Gökhan Günaydın, CHP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Murat Emir tarafından bir kanun teklifi hazırlanmıştır.

Ayrıca, 13/05/2025 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulan, “Seçimle Gelinen Bir Kamu Görevinde Bulunanlar Hakkında Yürütülen Davalarda Kovuşturma Evresindeki Açık Duruşmaların Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Tarafından Yayınlanması Amacıyla Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” ile seçimle gelinen bir kamu görevinde bulunanlar hakkında yürütülen davaların kovuşturma evresinde açık duruşmanın, ilgili mahkemenin kararıyla Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu tarafından veya internet ortamında yayınlanması sağlanmaktadır. Bu Teklifin kanunlaştırılması ile halkın siyasi olarak yürütülen davalar konusunda bilgi sahibi olması sağlanacaktır.

5.2. Gezi Davası Başta Olmak Üzere Toplumsal Muhalefeti Sindirmeye Yönelik Davalar Nedeniyle Cezaevinde Tutulanların Tahliye Edilmesi

Gezi direnişi, yurttaşlarımızın kentine, doğasına ve özgürlüklerine sahip çıkmak için anayasal haklarını kullandığı onurlu bir harekettir. Gezi davaları, geçmişte beraatla sonuçlanmasına rağmen tekrar açılarak yıllara yayılan hukuksuzluklara sahne olmuştur. Bu dava nedeniyle cezaevinde bulunanların tamamı tahliye edilmelidir. Gezi ve Kobane davaları örneklerinde olduğu gibi toplumsal muhalefeti sindirmeye yönelik davaların tümünden ilkesel olarak vazgeçilmelidir.

Anayasa Mahkemesi tarafından, Tayfun Kahraman’ın adil yargılanma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle, dosyası yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve fakat bu karar yerel mahkemece uygulanmamıştır (BB No: 2023/98215). Benzer biçimde Anayasa Mahkemesi’nce, Can Atalay’ın kişi hürriyetinin ve seçilme hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dosyası yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve fakat bu karar yerel mahkemece uygulanmamıştır (BB No: 2023/53898).

Bu durum, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını fiilen ortadan kaldırarak toplumun temel uzlaşma belgesi olan Anayasayı işlevsizleştirdiği gibi, insan hakları bakımından uluslararası mahkemeler nezdinde ihlal kararlarının verilmesini beraberinde getirmektedir.

Bu nedenle gerek AYM gerek AİHM kararları hiçbir gecikmeye sebep olmayacak biçimde yerine getirilmelidir.

5.3. Gizli Tanık Uygulamasıyla Adil Yargılanma Hakkı İhlaline Son Verilmesi

Gizli tanık uygulaması, siyasi soruşturma ve kovuşturmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin gizli tanık ifadelerinin tek başına hükme esas alınamayacağına yönelik kararlarına rağmen, güvenilir olmayan gizli tanık ifadeleriyle başlatılan soruşturmalarda uzun süreler iddianameler hazırlanmamakta ve kaçma ya da delil karartma şüphesi olmaksızın yaygın olarak tutuklama tedbirlerine başvurulmaktadır.

Gizli tanıkların ifadeleri, adil yargılanma hakkı, savunma hakkı ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı olarak savunma tarafından sorgulanamamakta, bu ifadeler somut delillerle desteklenmemekte ve yargılamada şeffaflık ilkesi zedelenmektedir. Adil yargılanma hakkının bu şekilde ihlaline son verilmeli, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmalıdır.

5.4. Etkin Pişmanlık Kurumunun İftiracılığa Dönüşmesine Derhal Son Verilmesi

Hakkında soruşturma başlatılan ve yaygın olarak tutuklama tedbiri uygulanan kişilerin başkaları aleyhine ifadeler vermesi yönünde baskı yapılmakta, bu kapsamda verilen ifadeler somut delillerle desteklenmeden ciddi hak ihlallerine yol açmaktadır. Bu doğrultuda “itirafçılık” yerine “iftiracılık”, yargılamalarda sistematik olarak siyasi bir araç olarak kullanılmaktadır.

İtirafçılık yoluyla verilen ifadeler somut delillerle desteklenmediğinden aylarca iddianameler hazırlanmaksızın gerekçesiz tutuklama kararları tekrarlanmaktadır. Birçok kişi, hangi suç isnadıyla karşılaşacağını bilmeksizin cezaevinde tutulmakta, yakınlarını görmeleri engellenecek şekilde farklı illerde cezaevlerine transfer edilmektedir. Savunma hakkına ihlal teşkil edecek şekilde SEGBİS yoluyla doğrudan savcılarla görüştürülenler, avukatları olmaksızın ifade vermeye zorlanmaktadır. Bu görüşmelerde “ifadeyi bu yönde vermezsen çocuklarını göremezsin” gibi tehditlere başvurulması hukuka aykırılığın geldiği durumu gözler önüne sermektedir. Hakkında soruşturma açılmış veya kovuşturmasına başlanmış olan kişilerin aile yakınlarının gözaltına alındığı ya da tutuklandığı örnekler de bulunmaktadır. Yargıtay içtihadına aykırı olarak istenilen ifadeye ulaşılana dek birden fazla kez ifade alınması, maddi gerçeğe ulaşılması amacının önüne geçmektedir. Hukuk dışı tüm bu uygulamalara derhal son verilmelidir.

5.5. Savunma Hakkına Getirilen Sınırlamaların Sonlandırılması

Olağanüstü hâl kapsamında kabul edilen düzenlemeler olağan döneme entegre edilerek savunma hakkının kısıtlanmasına yol açmıştır. Olağanüstü hâl rejimlerini sonlandırdığını iddia eden iktidar, olağan hukuk rejimini istisnaların kural olduğu bir rejime dönüştürmüştür. Savunma hakkını kullanan avukatların, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, TBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanması örneğinde olduğu üzere, sırf üstlendikleri bu görevleri sebebiyle gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları; savunma hakkı, kişi özgürlüğü, hak arama hürriyeti, adil yargılanma hakkı ve hukuk devleti bakımından en önemli tehlikelerdendir.

Uzun gözaltı süreleri avukatla görüşmenin geciktirilmesi ya da sınırlanmasına sebep olmakta, hakkında soruşturma açılan kişiler ve müdafileri, isnat edilen suçlamalar hakkında geç bilgi sahibi olmakla beraber bu sırada bazı basın organları ve sosyal medyada ortaya atılan yanlış bilgileri düzeltme imkanından da mahrum bırakılmaktadır. Uzun gözaltı süreleri, adil yargılanma hakkı kapsamında kabul edilen silahların eşitliği ilkesinin yaygın olarak ihlal edilmesine yol açmakta, avukatla görüşmeyi de geciktirmektedir.

Soruşturma dosyalarında verilen kısıtlılık kararları, kişilerin kendilerine yöneltilen suçlamalar ve gizli tanık ifadeleri hakkında uzun bir süre boyunca bilgi sahibi olamamasına sebep olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, dosyaya erişim hakkına getirilecek kısıtlamaların kesinlikle gerekli olduğuna dair yeterli bir gerekçenin ortaya konulmasını yerleşik içtihadıyla zorunlu kılmıştır. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı olan kısıtlılık kararlarına Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda son verilmelidir.

Ayrıca, adalet hizmetlerinin etkin ve verimli biçimde işlemesi için yargılamanın kurucu unsuru olan savunma ayağının güçlendirilmesi gerekirken; sırf mesleğinin gereklerini yerine getirdikleri ve avukatlık faaliyetlerinde bulundukları için avukatlar hakkında hiçbir makul şüphe bulunmaksızın adli soruşturma ve disiplin işlemleri başlatılmaktadır. Bu nedenle gerek avukatın avukatlık onurunun gerek müvekkil haklarının korunması için avukatların bağımsız bir şekilde mesleklerini icra edebilmeleri sağlanmalıdır

5.6. Cezaevleri İdare ve Gözlem Kurullarının Keyfi Kararlarının Önüne Geçilmesi

İdare ve gözlem kurullarının kararlarında objektif kriterler söz konusu değildir. Kişisel kanaate ve siyasi görüşlere dayanan bu değerlendirmeler, kanunlarda yer alan suç ve cezalar ile infaza ilişkin kuralların kişiden kişiye farklılık göstermesine neden olmaktadır. Yargı kararıyla cezaevinde tutulanlar, infazın tamamlanmasına rağmen bu keyfi kararlarla pişmanlık ifade etmeye zorlanmaktadır. Özellikle siyasi yargılamalarda ifade özgürlüğü ve eşitlik başta olmak üzere anayasal hak ve ilkeler ihlal edilmekte, kurul kararları “iyi hal yok” gerekçesiyle cezalandırmaya dönüşmektedir. Adil yargılanma hakkını ve hukuk devleti ilkesini ihlal eden bu keyfi uygulamanın önüne geçilmelidir.

5.7. Siyasi Soruşturmalarda Başsavcılıkların Yetki Gaspının Sonlandırılması

Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve bu yer ağır ceza mahkemesine aittir.

Buna rağmen çeşitli örneklerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmaların başlatıldığı görülmektedir. 2016 yılının Kasım ayında birçok farklı ilin savcılığı tarafından Halkların Demokratik Partisi milletvekilleri hakkında eş zamanlı olarak operasyonlar düzenlenmiştir. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ hakkında 19 Ocak 2025 tarihinde Antalya’da yaptığı bir konuşma sebebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. 27. Dönem İstanbul Milletvekilimiz Aykut Erdoğdu’ya isnat edilen suç tarihi, milletvekilliği dönemine ilişkin olmasına rağmen soruşturma kapsamında hakkında tutuklama kararı verilmiş ve bu soruşturma halen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmektedir. Bu uygulamalar 28. Dönemde görev yapan birçok milletvekilimiz hakkında da sürdürülmüş, haklarında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış ve fezlekeler düzenlenmiştir.

Genel Başkanımız Özgür Özel hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı hakkında yaptığı açıklamalar nedeniyle soruşturma başlatılmış, soruşturma evrakının fezleke hazırlanması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceği açıklanmıştır.

Adana Büyükşehir Belediye Başkanımız Zeydan Karalar ve Adıyaman Belediye Başkanımız Abdurrahman Tutdere hakkında başlatılan soruşturmalar, başkanlarımızın talebine rağmen ayrılmayarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmektedir. Adana Büyükşehir Belediye Başkanımız Zeydan Karalar, halen Silivri Cezaevi’nde tutulmaktadır. Ancak Beşiktaş, Seyhan, Ceyhan ve Kütahya Belediye Başkanları ile ilgili şikayetler sonucunda hazırlanan dosyada Kütahya Belediyesi açısından ayırma kararı verilmiş ve dosya Kütahya’ya gönderilmiştir.

Siyasi yargılamalarda başsavcılıkların yetki gaspı ve çifte standartları sonlandırılmalı, yasama sorumsuzluğu ve ifade özgürlüğü kapsamında tazminat davaları da dahil olmak üzere parlamenterlere yönelik yargı tacizinden derhal vazgeçilmelidir.

5.8. Adil Kararlar İçin Yargı Mensuplarının Sorumluluğu

Hâkim ve savcıların, Anayasaya, kanun ve uluslararası hukuka göre değil, bugünkü siyasi iktidarın yaklaşımı, hassasiyeti, hedefleri ile konjonktüre göre keyfi yorum içine düşmesi halinde “bağımsız ve tarafsız” bir yargı düzeni ve işleyişinden söz edilemez. Bunun sonucu ise meşruiyet krizlerini beraberinde getirir. Kişi hak ve özgürlüklerini kasıtlı bir biçimde ihlal eden ve siyasallaşan yargının bir mensubu olarak aktif rol üstlenen yargı mensuplarının, yürüttükleri yargısal işlemler çerçevesinde sorumlu olmaları bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Ancak sorumluluğun yalnızca hüküm kurularak kağıt üzerinde kalması değil, rücu mekanizması ile bu sorumluluğun etkili bir şekilde işletilmesi gerekmektedir.

Bu durum seçim hukuku bakımından da hayati olarak ön plana çıkar. 19 Mart darbesi ile yoğunluk kazanan Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratma, yıldırma ve yıkıma uğratma projesi, seçim hukukuna hâkim olan ilkeler yerine tasarlanmış yargılamalarla yürütülmeye çalışılmaktadır. Halbuki Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu hükümleri çok açık ve nettir. İddia edilen konular ancak ve ancak seçim hukuku ve yargılamasının konusunu oluşturur. Ancak seçim hukukuna hâkim olan kısa süreli itiraz prosedürlerine riayet edilmeksizin sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Kurgusal yollarla üretilen ve yargısal usullerle bir kılıfa sokulan bu davaların hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Seçim hukukunun en temel somut kurallarından olan, sonuca etkili olmayacak itirazların baştan dinlenmeyeceği; itiraz süreleri geçtikten çok sonra zorlama konjonktürel kararların verilemeyeceği; tartışmasız biçimde somut ve açık kanıtlar olmadıkça siyasi partilere hele de ana muhalefet partisine yargı eliyle müdahalenin çok partili demokrasiyi tehlikeye atacağı ve siyasetin yargı eliyle dizaynı anlamına geleceği çok açıktır.

Gerek ceza yargılama hukukunun temel kurum ve kavramlarından olan “tutuklama” gerekse medeni yargılama hukukunda çok nadiren başvurulan “mutlak butlan” gibi kavramların zorlama yorumlarla içeriğinden ve bağlamından koparılmasının ve başkalaştırılmasının ise demokratik hukuk devletleri bakımından oluşturacağı sakınca ve toplumsal kargaşa çok açıktır.

2021 yılında 7328 sayılı Kanunla 5235 sayılı Kanun’un 18. ve 40. maddelerinde yapılan düzenlemelerle Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcısının sıkı denetimine tabi tutulmuş ve Cumhuriyet savcıları dosyaları üzerindeki hukuki hâkimiyetini tümden Cumhuriyet Başsavcısına devretmiştir. Bu durumda Cumhuriyet Başsavcısının kararı, savcılar bakımından bağlayıcı hale gelmiş ve savcılık görevi, tek kişinin inisiyatifine bırakılmıştır. O halde hâkim ve savcıların bağımsızlığı esası gereğince Cumhuriyet savcılarının hukuka ve hukuka uygun olarak kendi vicdani kanaatlerine göre karar verebilmesi yasal olarak sağlanmalıdır.

6. Cumhurbaşkanına ve Kamu Görevlisine Hakaret Suçları Yürürlükten Kaldırılmalı ve Cumhurbaşkanına Suikast ve Fiili Saldırı Suçu Yeniden Düzenlenmeli

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen hakaret suçu, kamu görevlisine veya Cumhurbaşkanına karşı işlenmesi halinde daha ağır yaptırımlara bağlanmıştır. Cumhurbaşkanının tarafsız olduğu parlamenter rejime özgü düzenlenmiş olan bu suç tipi, Cumhurbaşkanının parti genel başkanı olduğu ve tıpkı diğer siyasi parti genel başkanları gibi gündelik siyasi tartışmaların tarafı olduğu bir sistem için uygun değildir. Buna rağmen Anayasa değişikliklerinden itibaren bu suçtan dolayı açılan soruşturma ve kovuşturma sayısı tırmanmış, hatta ifade özgürlüğünü kullanan yurttaşlarımız hakkında tutuklama kararları verilmiştir. Yalnızca 2021 yılında 11.000’den fazla kişi Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanmıştır.

5237 sayılı Kanun hükümlerinin sıklıkla ve geniş bir yorumla uygulanması ülkemizde iktidara eleştiri getiren yurttaşlar üzerinde büyük bir baskı aracına dönüşmüştür. Cumhurbaşkanına ve kamu görevlisine hakaret suçları yürürlükten kaldırılmalı, genel anlamda ise hakaret suçu yeniden düzenlenerek bu suça hürriyeti bağlayıcı ceza yerine adli para cezası öngörülmeli ve şikâyete bağlı soruşturma esası benimsenmelidir.

Uygulamada kamuoyunun gündemine ilk defa Fatih Altaylı yargılamasıyla gelen bu düzenleme, “fiili saldırı” kavramının siyasi saiklerle nasıl geniş yorumlanabileceğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanunilik ilkesi gereği, “fiili saldırı” kavramına belirlilik kazandırılması için, bu maddede değişikliğin yapılması gerekmektedir.

7. İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması

7.1. İnsanlığa Karşı Suçlarla ve İşkenceyle Etkin Mücadele Edilmesi

Faili meçhul cinayetler, zorla kaybetme, işkence ve kötü muamele suçlarını da içeren davalarda zamanaşımı, olayların aydınlatılması ve toplumun vicdanında adalet duygusunun sağlanmasının önünde büyük bir engeldir. İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımının işlemeyeceğine dair hüküm, gerçek anlamıyla uygulanmalı, bir Birleşmiş Milletler sözleşmesi olan Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’ye taraf olunmalıdır.

Zorla kaybedilen kişileri anmak ve adalet talebini dile getirmek için her hafta bir araya gelen Cumartesi Anneleri’nin İstanbul Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdikleri anma ve adalet arayışına getirilen kısıtlamalar, Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun olarak sonlandırılmalıdır.

7.2. Nefret Söylemleri ve Nefret Suçlarının Cezalandırılması

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “Nefret ve Ayrımcılık Suçu” göstermelik olarak düzenlenmiş, ancak herhangi bir uygulaması olmamıştır. Nefret saiki ile işlenen suçlara ve nefret söylemlerine ilişkin gerek maddi hukuka gerekse bu suçların takibatına ilişkin usul hukukuna dair kuralları içeren gerçek anlamda bir “Nefret Suçları Kanunu” yürürlüğe konulmalıdır.

Toplumdaki belli gruplara karşı nefret, önyargı, hoşgörüsüzlük veya düşmanlıkla işlenen belirli suçlar nefret suçu olarak tanımlanmaktadır. Bu saiklerle işlenen suçların, söz konusu suçların olağan biçimlerine göre daha ağır cezalara çarptırılması yoluna gidilmelidir. AİHM’nin kararlarında, Avrupa Konseyinin tavsiye kararlarında ya da AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi raporlarında da bir suçun nefret saikiyle işlenmesinin cezayı ağırlaştırıcı bir hal olarak düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir.

Nefret suçları sadece mağdur üzerinde değil mağdurun kendisini içinde tanımladığı toplum kesimleri üzerinde de etkide bulunduğu için toplum güvenliği ve toplumdaki eşitlik algısı açısından özel bir önemi haizdir. Nefret suçları toplumu bölme, şiddet ve nefret sarmalı yaratma ve intikam duygusunu besleme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle ceza adaleti sisteminde nefret saiki ile işlenen suçlara, bu suçların yol açtığı zarar (bireysel ve toplumsal) ile orantılı yaptırımların kararlılıkla uygulanması toplumsal barış ve esenlik ile kamu düzeninin korunabilmesi için bir zorunluluktur.

7.3. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun Bağımsız Bir Yapıya Kavuşturulması

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), Birleşmiş Milletler’in ulusal insan hakları kuruluşlarına dair Paris İlkeleri doğrultusunda yeni bir yapıya kavuşturulmalıdır. Mevcut durumda TİHEK, özellikle belediyelere ilişkin kararlarında çifte standart ve siyasal ayrımcılıkla gündeme gelmekte, tarafsızlık ve eşitlik ilkeleri ihlal edilmektedir.

TİHEK’in yapısı bağımsız, çoğulcu ve cinsiyet eşitliğine uygun bir biçimde yeniden düzenlenmelidir. Kurulun toplantılarını düzenli olarak gerçekleştirmesi ve bu toplantılarda alınan kararların yayımlanması sağlanmalıdır. Kurulun herhangi bir etki ve telkinden uzak bir şekilde çalışma ve inceleme yapmasının önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu kapsamda telkin, tavsiye ve talimat yasağı yaptırımlarla güçlendirilmelidir. Kurumun idare ve yargı organları önünde mağdurları temsil, idare ve yargı organlarını harekete geçirme ve bu süreçlere katılma yetkisi tanımlanmalıdır. Kurumun incelemekle görevli olduğu ayrımcılık temelleri sınırlayıcı bir şekilde sayılmamalıdır.

8. Kadına ve Çocuklara Karşı Şiddetle Etkin Bir Mücadele

Antidemokratik uygulama ve girişimler, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasına da sebep olmuş, kadına ve çocuğa karşı şiddetle mücadelede geri adımlar atılmıştır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da yer alan koruyucu ve önleyici tedbirlerin uygulanmasında sistematik sorunlar bulunmakta, uzaklaştırma kararlarının alınması ve alınan kararların uygulanmasında yaşanan gecikmelerden dolayı önlenebilecek cinayetler meydana gelmektedir. Önlenebilir cinayetlerin TBMM çatısı altından bir örneği, TBMM personeli Saliha Ozan’ın boşanma aşamasında olduğu Salih Akkaş tarafından uzaklaştırma kararı ihlal edilerek katledilmesi olmuştur.

Unutulmamalıdır ki, şüpheli kadın ölümü yoktur. Faili korumak için üzeri kapatılan dosyalar vardır. Tüm bu cinayetler aydınlatılmalı, kadınlara ve çocuklara karşı her tür şiddetle etkili bir şekilde mücadele edilmelidir. İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe konulmalı, Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) etkili bir şekilde uygulanmalıdır. Bu doğrultuda;

- İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe konulmalıdır,

- 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da yer alan koruyucu ve önleyici tedbirlerin uygulanmasında sistematik sorunlar giderilmelidir,

- Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) etkili bir şekilde uygulanmalıdır.

9. Yargı ve İnfaz Sistemindeki Anti Demokratik ve İnsan Haklarına Aykırı Uygulamalara Son Verilmeli

İnfaz kurumlarında kapasitenin çok üzerinde hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bu durum, infaz rejiminin gereği gibi uygulanabilmesini engellemekte ve mahkumların haklarına gereği gibi erişmesine engel teşkil etmektedir. Cezaevi koşullarında barınması mümkün olmayan hasta tutuklu ve hükümlülerin infazının durdurulması gerektiği dikkate alınarak mevzuat yeniden düzenlenmeli, uygulamada sağlık hakkı ve yaşam hakkı temelli bir yaklaşım benimsenmelidir.

Tutukluluğun ancak kanunda öngörülen koşullarda uygulanabilecek bir istisna olduğundan hareketle hasta tutukluların tedaviye erişim ve sağlık haklarının yaşama geçebilmesi amacıyla masumiyet karinesi dikkate alınmalıdır.

Diğer yandan yakın geçmişte kurumlardaki doluluk oranlarını azaltmaya yönelik acele ve özensiz birtakım tedbirlerin getirildiği dikkat çekmektedir. Mahkûm açısından “özel önleme”, toplum açısından “genel önleme”nin sağlanmasının ön koşulu, mahkûm edilen her bireyin cezasının infaz edileceği kanaatinin yerleşmesidir.

Bununla birlikte eşitlik ilkesine aykırı düzenleme ve uygulamalar, infaz rejiminin yeniden düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. Bunun için denetimli serbestlik ve koşullu salıverme kurumlarının etkili bir yapıya kavuşturulması, infazda adaletin gerçekleşmesi ve tutarlı bir düzenlemenin yapılabilmesi için tüm siyasi partilerin katılacağı, gerçek verilerin ve uzman görüşlerinin değerlendirileceği bir süreç tanımlanmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bu sürece dayanak olmalıdır.

Toplumsal mutabakatın sağlanmadığı ve kapsayıcı olmayan çalışmalar, aynı sorunların tekrarlanmasına neden olmakta ve toplumun vicdanındaki adaletsizlik duygusunu güçlendirmektedir. Bu nedenle mevcut infaz rejiminin yol açtığı sorunların incelenmesi ve yeni infaz düzenlemelerinin hazırlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisi özel bir çalışma gerçekleştirmelidir.

Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) Türkiye’de ceza infaz kurumlarına ziyaretlerini sürdürmekte ve bu ziyaretlere ek olarak iktidar yetkilileriyle de görüşmeler gerçekleştirmektedir. Türkiye’ye 1990 yılından 2019 yılına kadar yapılan ziyaretlerin tamamının raporları yayımlanmış, ancak 2019 yılından sonraki hiçbir ziyaretin raporunun yayımlanması ulusal makamlar tarafından istenmemiştir. Komitenin raporlarının yayımlanmaması yönündeki çabalara son verilmelidir.

10. Devletin İnançlara Karşı Tarafsız Olduğu Bir Düzenin Hayata Geçirilmesi

Ülkemizdeki sosyal, kültürel, inançsal farklılıklar zenginliğimizdir. Laiklik bu zenginliğin güvencesidir. Her yurttaşımızın eşit koşullarda, özgürce, bir arada ve kardeşçe yaşaması esastır. Farklılıkların bir arada yaşaması ülkemizin bölünmez bütünlüğünün harcıdır. Anayasa’da da belirtildiği gibi herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olması, ibadetin serbestliği ilkesinin esas alınması zorunluluktur.

Alevi yurttaşlarımızın, kamu başta olmak üzere yaşadıkları eşitsizliklere ve karşılaştıkları hak ihlallerine, Alevi inancının ve taleplerinin yok sayılmasına son verilmelidir.

Alevi yurttaşlarımıza hizmet edeceği düşünülen ancak yanlış uygulamaları nedeniyle muhataplarında karşılığı olmayan Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Alevi – Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kapatılmalıdır. Göstermelik kurumlara değil, gerçekleştirilebilecek reformlara ihtiyaç vardır.

Madımak, kapsamlı bir utanç müzesi haline getirilmelidir. Ayrıca Alevilere dönük katliamlarla yüzleşilmeli, katledilen yurttaşlarımızla ilgili toplumsal bir duruş sergilenmeli, bu katliamlar insanlığa karşı suç olarak kabul edilmeli ve zamanaşımı bu katliam davaları açısından söz konusu olmamalıdır.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı gibi önemli inanç ve tarih merkezlerinin yönetimi Alevilerin kurumlarına, kurumların uygun göreceği üst yapılara ya da yerel yönetimlere bırakılmalıdır.

Alevi yurttaşlarımızın başvuruları üzerine verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alınmalıdır.

Herkesin ayrımcılıktan uzak bir şekilde kendisini özgürce ifade edebilmesi ve devletin inançlara karşı tarafsız olduğu bir düzenin hayata geçirilmesi için cemevleri ile ilgili yasal düzenlemeler yapılmalı, cemevlerine ibadethane statüsü tanınmalıdır.

Anayasanın 24. maddesinde zorunlu din eğitimi, ülkemizdeki farklı inançlar gözetilerek din eğitiminin düzenlenmesi gerekir. Anayasa’nın 24. maddesinde belirtilen şartlara uygun olarak hayata geçirilmesi gereken “isteğe bağlı din eğitimi ve öğretimi programı”, değişik din ve inanç gruplarından öğrencilerin, isteğe bağlı olmak kaydıyla, kendi inanç, öğreti ve ritüelleri hakkında, doğrudan bilgi edinme, öğrenme ve eğitim haklarını kullanabilecek şekilde düzenlenmelidir.

10.1. Cemevlerine İbadethane Statüsünün Tanınması

Alevi yurttaşların ibadetlerini cemevlerinde yaptıkları, cemevlerini “ibadethane” olarak gördüğü ve cemevlerinin bu şekilde tanınması gerektiği yönünde tam bir mutabakata sahip oldukları açıktır. Anayasamızda herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu düzenlenmiş, ibadetin serbestliği ilkesi esas alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmaması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin inanç özgürlüğünü ve ayrımcılık yasağını düzenleyen hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir. Herkesin ayrımcılıktan uzak bir şekilde kendisini özgürce ifade edebilmesi ve devletin inançlara karşı tarafsız olduğu bir düzenin hayata geçirilmesi için cemevlerinin ibadethane olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Alevi çalıştaylarında üzerinde mutabık kalınan “… cemevleri de kanunlarda ibadethanelere tanınan bütün imkânlardan yararlanır.” formülüyle yapılacak bir yasal düzenlemenin cemevlerinin statüsü meselesini çözeceği söylenebilir.

10.2. Alevi - Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının Kapatılması

Alevilerin devletin inançlarına müdahale amacıyla kurmaya çalıştığı yönündeki yoğun itirazlarına rağmen kurulan, şu ana kadar sürdürdüğü yanlış uygulamaları nedeniyle muhataplarında karşılığı olmayan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Alevi - Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kapatılmalıdır. Göstermelik kurumlara değil, gerçekleştirilebilir uygulama ve reformlara ihtiyaç vardır. Bu yönde bir kurumsallaşmaya ihtiyaç olup olmadığı, varsa kurumsallaşmanın nasıl yapılacağı alevi toplumu ve onların örgütleriyle tartışılarak kararlaştırılmalıdır.

10.3. Madımak’ın Müze Yapılması

Ülkemizde ne yazık ki, doğrudan alevi yurttaşlarımızı hedef alan çeşitli kırım ve katliamlar yaşanmıştır. Bunların en dramatiklerinden biri 1993 yılında Sivas Madımak otelde gerçekleşen olaylardır. Bütün faillerin bulunmaması, soruşturma ve yargılama sürecinde yaşanan ihmal ve aksaklıklar, yargılanan faillerin çeşitli yöntemlerle korunması, yaşanan olayın ağırlığını ve acısını mağdur aileler ve alevi toplumu açısından katmerlendirmiştir. Alevi toplumu uzun zamandır bir yandan dava süreci ile hak arama mücadelesi verirken, bir yandan da yaşananların unutulmaması için toplumsal hafızanın oluşturulması, katledilen yurttaşlarımıza ilişkin toplumsal bir duruşun gösterilmesi ve yüzleşmenin gerçekleştirilmesi için Madımak’ın müze yapılması talebini haklı olarak dile getirmektedir. Madımak bu haklı talep doğrultusunda bir utanç müzesi haline getirilmelidir. Ayrıca, bu katliamlar insanlığa karşı suç olarak kabul edilmeli ve yasalarda çeşitli suçlar açısından var olan zamanaşımının bu tip katliam davaları açısından geçerli olmayacağı düzenlenmelidir.

10.4. Başta Kamu Kurumları Olmak Üzere İşe Girişlerde ve Yükselmelerde Yaşanan Ayrımcılığın Önlenmesi

Anayasanın 70. maddesinde “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” hükmü yer almaktadır. Buna rağmen, Alevi yurttaşlar arasında kamu başta olmak üzere işe girişlerde ve görevde yükselmelerde ayrımcılığa maruz kaldıklarına ilişkin çok güçlü bir algı mevcuttur. Ancak bu sadece bir algıdan ibaret değildir. Alevi yurttaşların gerek kamusal gerekse toplumsal yaşamda ayrımcılığa maruz kaldıklarına ilişkin çok sayıda rapor ve araştırma mevcuttur. Yirmi yılı aşkın süredir mülakatla alınan hemen hiçbir kamu kurumuna Alevilerin kolay kolay alınmıyor olması bu gerçekliği tescil etmektedir. Son yıllarda Alevi kökenli Vali kalmadığı gibi kaymakam, emniyet müdürü ya da genel müdür vb. üst düzey kamu görevlisinin olmaması da yalnızca Alevileri rahatsız eden bir husus olmanın ötesinde, kamudaki ayrımcılığın en açık kanıtı olarak sorunun boyutlarını da ortaya koymaktadır. Oysa kamuda işe girmek eşit yurttaşlık taleplerinin başında gelmektedir. Kamuda bir insanın alevi olduğu için işe girememesi ya da bulunduğu görevde bu nedenle yükselememesi açıkça ayrımcılık suçunu oluşturmaktadır. Bunun önlenmesi için öncelikle kamu personeli seçme sürecinde son yıllarda pek çok problemin yaşandığı yazılı sınav güvenliğini sağlayacak önlemler alınmalı ve özellikle ayrımcı uygulamaların kaynağı olan ve kötüye kullanılan mülâkat yöntemine son verilmelidir. Görevde yükselmede objektif kriterler ve ehliyet liyakati esas alan alternatif yöntemler oluşturulmalıdır. Atama ve yükselmede ayrımcılığın önüne geçebilmek için nefret suçları ve ayrımcılıkla ilgili madde yeniden düzenlenmeli, etnik, dinsel ya da mezhepsel farklılıklar nedeniyle atama ve yükselmede görevini kötüye kullanarak ayrımcılık yapanlar bu kapsama alınmalıdır. Düzenleme özel sektördeki işe alım ve görevde yükselmelerde yaşanabilecek ayrımcı uygulamaları da içermelidir.

11. Güvenlik Güçlerinin ve Güvenlik Bürokrasisinde Çalışan Sivil Memurların Özlük Haklarının İyileştirilmesi

Şehit aileleri ve gazilerimizin yanı sıra, terörle mücadelede en ön safta görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, polis, jandarma ve sahil güvenlik personelinin; ayrıca Merasim Sokak saldırısında olduğu gibi çok sayıda şehit verdiğimiz gerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nde gerekse İçişleri Bakanlığı’nda görev yapan sivil memurların özlük haklarının iyileştirilmesi için adımlar atılmalıdır.

Özellikle subaylarımızın, astsubaylarımızın, uzman çavuşlarımızın, sözleşmeli erlerimizin, güvenlik korucularımızın ve ilgili tüm kolluk kuvvetleri personelinin mali, sosyal ve özlük haklarının günün koşullarına uygun şekilde düzenlenmesi, hem adaletin hem de devletin onlara karşı sorumluluğunun gereğidir.

Unutulmamalıdır ki, bu görevlilerin huzur ve güven içinde çalışamadığı bir süreçte kalıcı bir toplumsal barış inşa edilemeyecektir. Güvenlik güçlerinde ve güvenlik bürokrasisinde çalışan tüm çalışanların özlük hakları ile ilgili temel düzenlemeler aşağıda özetlenmiştir.

-Güvenlik güçlerinin maaş, tazminat miktarlarının arttırılması;

- Kurumlar arası maaş- ücret dengesizliğinin giderilmesi (emniyet-jandarma-sahil güvenlik-Türk Silahlı Kuvvetleri) arasındaki farklılıkların giderilmesi;

- Güvenlik güçlerinin atama ve görevde yükselmeye ilişkin haklarının geliştirilmesi;

- Güvenlik güçlerinin tabi olduğu çalışma sisteminin düzensizliğinin ortadan kaldırılarak insan onuruna dayanan, objektif bir sistem oluşturulması, çalışma süreleri, fazla çalışma usul ve esaslarının iyileştirilmesi;

- Güvenlik güçlerinin tabi olduğu disiplin mevzuatının güncellenerek haklarının geliştirilmesi;

- Emeklilik, maluliyet gibi sosyal güvenlik haklarının çalışma biçimi ve riskleri nedeniyle yeniden belirlenmesi, düzenlenmesi ve iyileştirilmesi;

- Koruyucu melbusat, görev ekipmanı yetersizliklerinin giderilmesi;

- Çalışmanın doğasından kaynaklı mental sorunlara yönelik psikolojik, sağlık ve sosyal destek uygulamalarının geliştirilmesi;

- Örgütlenme haklarının önündeki engellerin kaldırılması, sendikalaşma ve toplu görüşmeye ilişkin hakların geliştirilmesi gerekmektedir.