Oedipus’un gölgesinde: Mitoloji, psikanaliz ve ensest tabusu

Toplumların en eski anlatıları olan mitolojiler, yalnızca tanrıların ve kahramanların hikâyelerini değil, aynı zamanda insanlığın en derin korkularını ve arzularını da taşır. Yunan mitolojisinde Oedipus’un trajedisi, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir: kaderden kaçmaya çalışan bir adam, bilmeden babasını öldürür ve annesiyle evlenir.

Bu hikâye, yalnızca bir mitolojik anlatı değil; aynı zamanda insanın bilinçdışıyla yüzleşmesidir. Freud, Oedipus mitini psikanalizin merkezine yerleştirerek “Oedipus kompleksi”ni tanımladı. Çocuğun karşı cinsten ebeveynine yönelmesi ve aynı cinsten ebeveyni rakip olarak görmesi, Freud’a göre kişilik gelişiminin kritik bir evresidir. Burada ensest yasağı, kültürün temel taşı olarak karşımıza çıkar.

Ancak bu konularda ortalıkta dolaşan dedikoduları herkes derin derin birbirine anlatır. Son zamanlarda Bursa sokaklarında ahlaki kağıtların derdest olduğu, yüksek makamlarda kar fırtınalarının estiği, aşk, para, hırs, rüşvet ve mekanın hep birlikte ahlakı esir aldığı bir döneme şahitlik edilmektedir. Herkesin ensest demekle korktuğu ama kulaklara fısıldadığı acı gerçekle yüzleşmekten kaçmak en kolayı olmaktadır.

Ensest, mitolojide kaderin kaçınılmazlığıyla; psikanalizde ise bastırılmış arzuların sembolüyle birleşir. İkisinde de ortak nokta, insanın kendi sınırlarıyla ve toplumsal yasaklarla mücadelesidir. Oedipus’un trajedisi, bize şu soruyu sordurur: İnsan, kendi bilinçdışından ve yazgısından gerçekten kaçabilir mi?

Bugün hâlâ ensest tabusu, toplumların en güçlü yasaklarından biri olarak varlığını sürdürüyor. Ancak mitoloji ve psikanaliz bize gösteriyor ki bu tabu, yalnızca ahlaki bir yasak değil; aynı zamanda insan doğasının karanlık yüzünü anlamak için bir anahtar.