Kamuoyuna yansıyan iddialara göre, tiroid sintigrafisi başta olmak üzere binlerce hastaya, kılavuzlarda güvenli kabul edilen maksimum miktarın çok üzerinde radyoaktif madde verildiği öne sürülüyor. Skandal, doktorlar tarafından fark edildi. Prof. Pala, böyle bir uygulamanın uzun vadede tiroid fonksiyon kaybı, lösemi başta olmak üzere radyasyona bağlı kanserler ve çocuk sahibi olma çağındaki kadınlarda fetüs için kalıcı genetik hasar riskini artırdığını vurguluyor. Pala, “Tetkik sürelerini kısaltmak için hastanın ömür boyu kanser riskiyle yaşamaya mahkûm edilmesi, tıp etiğinin de hukukun da kabul edemeyeceği bir suçtur” değerlendirmesini yaptı.
Sağlık Bakanlığı müfettişlerinin hazırladığı inceleme raporunun söz konusu iddiaları teyit ettiği, ancak raporun adli mercilere gönderilmeden Bakanlık bünyesinde bekletildiği belirtiliyor. Hasta güvenliği ve kamu zararı barındıran bulguların savcılığa bildirilmeme gerekçesi kamuoyuna açıklanmış değil. Prof. Pala bu noktada, “Bakanlığın kendi raporunda tespit ettiği suç, hangi idari takdir yetkisiyle yargıdan saklandı?” diye sordu ve görevi ihmal ve suçun gizlenmesi riskine dikkat çekti.
Aynı raporda, kalp sintigrafisi işlemlerinde gerekli farmakolojik ajanların kullanılmadan raporlama yapıldığı, buna rağmen SGK’ya kullanılmayan ilaçların bedelleri yansıtılarak yüksek fatura çıkarıldığı iddiası yer alıyor. “Bu kurnazlık yalnızca kamu bütçesinin bilinçli soyulması değil, aynı zamanda hastaların gerçek tanı ve tedaviden mahrum kalmasına yol açan bir suçtur” diyen Pala, müfettiş bulgularının işaret ettiği olası mağduriyetlerin giderilmesi için Bakanlığın bir planlaması olup olmadığını sorguluyor.
Ceza Yerine Ödül: 36 Aylık Yeni Sözleşme
Skandalın kamu raporlarında tespit edilmesine karşın aynı şirketle 36 aylık yeni hizmet sözleşmesi imzalanması, soru önergesindeki en çarpıcı başlıklardan biri. İhalenin hangi tarihte, hangi tutarla sonuçlandığı ve mevcut bulgulara rağmen şirketin nasıl “ihale dışı bırakılmadığı” belirsiz. Pala, “Hasta güvenliğini tehlikeye atan bir şirketi yeni sözleşmeyle ödüllendirmek, halk sağlığına kastedenlerin kamu gücüyle teşvik edilmesi demektir. Bu skandal uygulamanın ardındaki sorumlular ortaya çıkarılmalıdır” ifadelerini kullandı.
Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ortaya çıkan skandal, aynı şirketin hizmet verdiği diğer hastanelerde benzer ihmaller olup olmadığı şüphesini de gündeme getiriyor. Pala, önergede, Bakanlığın ülke çapında yaygın denetim planlayıp planlamadığını; geçmişte yüksek radyoaktif doz almış hastalar için uzun süreli radyasyon izlem programı oluşturulup oluşturulmadığını da sorguluyor.
Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan suç duyurusuna Bakanlığın müdahil olup olmayacağını da soran Pala, “Hastanın bedeninde kanser riski, SGK kasasında milyonlarca lira zarar varken Bakanlık durup seyredemez; mevcut durumda kamu adına davaya katılmak bir zorunluluktur.” ifadesini kullanıyor.
Bakanlığın olayla ilgili suskunluğunu sert şekilde eleştiren Pala “Radyoaktif ilaçların kullanımı, yönergelere uyulmadığı takdirde ömür boyu risk taşır. Bir hastanenin hız, kâr ve ihale hırsı yüzünden radyoaktif madde silah gibi kullanılamaz. Sağlık Bakanlığı ya şeffaf soruşturma ve yaptırım yoluna gider ya da bu suça ortak oluyor demektir.” ifadeleriyle yetkilileri harekete geçmeye davet etti.
Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerde sağlık hizmetini kamusal olanaklarla sunmak yerine, özel şirketlerden hizmet almayı tercih etmesi yalnızca Muğla’da değil, daha önce de birçok kez dile getirildiği gibi yurdun çeşitli yerlerindeki hastanelerde de hasta güvenliğini tehdit etmiş ve SGK’ya şişirilmiş faturalar gönderilerek büyük kamu zararına yol açmıştı. Bunlara rağmen, Sağlık Bakanlığı’nın şirketlerden hizmet almaya devam etmek yönündeki kararı, AKP’nin sağlık alanını ticarileştiren ve özel sektöre büyük bir yer açan sağlık politikalarının iflas etmiş olmasını göstermesi bakımından da önem taşıyor.
CHP’li Pala, “Ülkemizin kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemine ihtiyacı var” diyerek, yeni bir sağlık sistemine duyulan gereksinimi vurguluyor.