Bir amacı olmalı bu yaşamanın… Koşuşturmaların bir anlamı olmalı… Günün, saatin ve geçip giden senelerin karşılığını konuşmalıyız…

Hayat, sunulmuş bir armağansa bizlere, neyi sevip sevmediğimizi tanıyacak kadar yakın olmalı bize… Paketi açtığımızda mutlu olmalı, güzelmiş demeli ve teşekkür etmeliyiz ki anlamın büyüklüğü buradan gelmeli…

O vakit armağanı alacağımız samimiyeti kurmalıyız hayatla… Peki nasıl?

Olumlu düşünerek mi? Pozitif yaklaşarak mı? Gülümseyerek bakarak mı?

Sanmam çünkü ayrılık da sevdaya dahil…

Olumsuzluk da hayata dair… Negatif hayatın bir yön kuralı… Gülümsemek tarz meselesi, bakış açısı, farklı anlam…

Öyle işte çünkü yaşamak şakaya gelmez…

Hayat içinde hal böyleyken, neyi beslersen onu büyütürsün gerçeğinde , bir yöntem, bir şekil veya bir çerçeve oluşturmalıyız ki şairlerin ikileminde “Hava güzel, kuşlar uçuyor…” beklentimiz anlam kazansın.

Beklenilen şey, beklediğimize değecek mi ? Kim bilir ki?

Bu yüzden kimin bileceğini düşünmek yerine, beklenilen şeyin hayatımıza katkısını anlayabilmek önemli olan, sabır ile tahammül sınırında çizgiyi oluşturabilmek becerisi ile devam edebilmek yola…Pozitif düşünmek çılgınlığında gerçekten kopmamak…

Yolun sınır tayininde etrafta uçuşan kelebeklerden , kelebek etkisini ; yoldaki engellerden , aşma becerisini ;gaza veya frene basacağımız yerleri ön görebilmek adına hız ayarlamasını öğrenmek asıl olan.

Kimin bildiği değil, benim ne öğrendiğim gerçeğim. Pozitif öğretilerin, negatife katkısını anlayabilmek, olumsuzlukların içinde olumluyu görmek için mücadele etme cesaretini bulabilmek…

Yani şakaya gelmez hayatta, dahil olan zıt duyguları yönetebilmeyi öğrenirken, ömüre takılıp yaşamayı unutmamak mesele… Mesele, büyük…

Hayat, akıyor…

Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi….