Bilmem siz de benim kadar gıcık oluyor musunuz?
Araçların arkasında Osmanlı tuğrası gördüğümde kırmızı görmüş boğa gibi oluyorum.
Ulan, Osmanlı hanedan ailesinden misin diye sormak geliyor içimden (İngiltere’de, Hollanda’da kraliyet ailesinin armasını kraliyet ailesinden olanlar taşır).
****
Bu öfkemin bir nedeni de araçlarında Atatürk’ün çıkartmasını taşıyanlara karşı tavır olarak yapıldığını bildiğim için…
Yanmış, yıkılmış, çökertilmiş Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet kuran, işgal edilmiş ülkemizin kurtulmasına öncülük eden kişiye değil de, iyisi ve de kötüsü olan bir hanedana bağlı olmanın manası nedir Allah aşkına!
Osmanlı padişahlarını ele alalım, Osman Gazi’ye, Orhan Gazi’ye, Fatih Sultan Mehmet’e, Üçüncü Selim’e, İkinci Mahmut’a, Abdülmecit’e ben de saygı duyuyorum.
Ama pek çok deli, çılgın, sürekli adam öldürten, devletin iflasına yol açan, halkı ezen Osmanlı padişahlarını niye savunayım?
O da Osmanlı, öbürleri de…
****
Türk aydınlanmasının zirve isimlerinden biri olan Zülfü Livaneli, Engereğin Gözü adlı yapıtında, hadım edilmiş bir harem ağası gözünden Osmanlıyı, hanedanı, sarayı, haremi anlattırır belgesel roman şeklinde…
****
Osmanlı Sarayındaki entrikaları, çöküşün alt yapısını hazırlayan nedenleri özel olarak örneklendirir Livaneli…
****
Osmanlı’da en korkunç, en iğrenç geleneklerden biri devletin geleceği için Fatih’le başlayan katletme yasasıydı.
Buna göre, hanedan soyunun biri hariç bütün erkekleri öldürülürdü.
Örneğin Kanuni Sultan Süleyman, sadece Şehzade Mustafa’yı boğdurmadı, Hürrem’in doğurdukları dışındaki, beşikteki çocuklarını bile katletti.
Bu boğdurma işi sadece şehzadelerle de sınırlı değildi. Onların cariyeleri, cariyelerden olan çocukları da öldürülürdü.
Hatta cariyeleri öldürmeye bile lüzum görmezlerdi, bir çuvala koyup Saray’dan denize atarlardı.
(Zülfü Livaneli, Engereğin Gözü, İnkilap 94. Yıl, Sayfa 34).
****
Sultan İbrahim döneminde bu katliamdan vazgeçilerek başka bir uygulamaya geçildi:
“Bir gün saltanatla kan bağı olan herkes bir araya toplandı ve birer birer gözlerine mil çekildi. Kundaktaki bebekler bile kızgın şişlerle kör edildi.”
(Sayfa-27)
****
Livaneli, 4. Mehmet’in yedi yaşında tahta çıkması arifesindeki olayları anlatırken Osmanlı tarihinin derinliklerine de ışık tutmayı ihmal etmiyor.
Örneğin, Osmanlı’da padişahın emri altında yüzlerce cariye olduğu biliniyor da nedense tarih kitaplarında, dizilerde Osmanlı padişahlarına sunulan oğlanlardan söz edilmiyor.
Livaneli, Padişah İbrahim’in oğlunun kadınlara ilgisiz olduğunu görünce annesi Kösem Sultan’ın öteki yolu denediğini anlatıyor:
“Bütün çareleri deneyip umutsuzluğa düşen Büyük Valide, belki Şehzadesi’nin nefsi uyanır diye İstanbul’un namlı civanlarından kız gibi zülüflü oğlanları toplayıp onun yatağına soktu. Kız Yusuf’tan tut da Benli Ali’ye, Altın Top’a kadar baldırına ‘hiz’ damgası yemiş defter-i hizana kaydolmuş ne kadar yüzüne bakmaya kıyılmayan, akıllara durgunluk veren yakıcı güzel varsa toplanıp Şehzade’ye sunuldu.”
(Sayfa-72)
Livaneli dipnotta “17. Yüzyılda, Osmanlı’da seks işçisi olarak hayatını kazanan erkekler defter-i hizan denilen kütüğe kaydedilir ve ‘hiz’in kalçası kızgın demirle dağlanarak damgalanırdı” diyerek hiz konusunu da açıklıyor.
*****
Osmanlı’da o çok övülen, eğitim yeri gibi gösterilmeye çalışılan Harem’e ilişkin de değerlendirmeleri var Livaneli’nin…
“Harem bir ağlama ve hüzün dünyasıydı. Dışarıdakilerin hayalini süsleyen, hatta Hasburg elçisini şairane aşıklara sürükleyip aklını kaçırtana kadar zorlayan Harem, hiçbir zaman güzel kadınların birer kuğu gibi süzüldüğü, aşk, şarkı, raks cenneti değildi. Hamamın sıcağında tenleri kıpkırmızı kesilmiş çıplak güzellerin hayaliyle yanıp tutuşanlar, Harem dairesinin rutubetli, karanlık köşelerinde yaşlanan, yüzüne bakılmadan çağı geçen, şişmanlayan ve ömür boyu katlandığı hapis cezasının ağırlığını iri gövdelerine sindiren kadınların tek eğlencesi olan dedikodu, entrika ortamına ve kıskançlıkların yol açtığı ağlama krizlerine dayanamazlardı bile…
Harem'in kalın duvarları, nice faciayı, ölümü, suçu saklamaktan ve dışarıda kalanların Harem'le ilgili çılgın ve dünya dışı hayaller kurmasından başka bir işe yaramazdı.
14 yaşında evinden, ailesinden koparılarak girdiği Harem hayatını yüzlerce kadınla birlikte paylaşarak ölene kadar sürdürmek zorunda kalan ve duvarların ardını hiçbir zaman görmeyen kadınlara içim parçalanırdı.”
(Sayfa-93-94).
****
Bayram tatili öncesinde başladığım bu küçük oylumlu yapıt, beni 16. Yüzyıl Osmanlısına götürdü; o büyük imparatorluğun Saray koridorlarında ve Harem’de nasıl giderek bir batağın içine çekildiğinin fotoğrafını önüme koydu.
Okumadıysanız, hararetle önerim.