1990’lı yıllarda tanıştık; aynı toprağın insanıydık, kısa sürede kaynaştık.
Sonradan özür dilediği Aziz Nesin’i Türklüğe hakaret ettiği için dava eden kişiydi.
Davayı kaybetti ama pek çok dostluklar kazandı.
****
Birlikte kurduğumuz Demokrasi ve Uzlaşma Grubu’nun en parlak beyniydi.
Analizleri derin, Türkiye üzerine düşünceleri sarsıcıydı.
Pek çok anımız var.
Hangi birini paylaşsam diğerine haksızlık olacak.
****
ANAP’ta ve AK Parti’de üst düzey görevler yaptığı halde zerre miktar çıkarı olmadı.
Temiz girdi, tertemiz çıktı.
Son yıllarda çok sert muhalifti.
Entelektüel birikimini ‘Nereden Nereye’ adlı yazdığı kitapla halkın lehine kullandı.
****
Kitabın çıktığı dönemde yazar arkadaşım Mustafa Gültekin ile kendisiyle söyleşi yapmıştık.
Uzun bir söyleşiydi ama zevke okunabilecek sözler söylemişti Tahsin Bulut…
Sabırla okumanızı dilerim.
****
Diş hekimi olarak, mesleğinde zirve olmanın yanında, entelektüel yanıyla da Bursa'nın kültür hayatına dokunan, dokunduğu yerlerde ise iz bırakan bir isim Tahsin Bulut... Bu bağlamda, kısa süre önce, Ak Parti'nin iktidar serüvenini konu edinen, "Nereden Nereye?" isimli bir kitap yayımlayarak, geçmişi ve bugünü şimdiden geleceğin hafızasına kazımış oldu.
--Kitabın hikayesiyle başlayalım mı?
"Hay hay, teşekkür ederim ilginiz için. Kitabın hikayesi şöyle, biliyorsunuz ben bir dönem, kuruluşta değil ama 2003'de olağan il kongresinden sonra Bursa AK Parti teşkilatlarında görev yaptım. 2004'de Nilüfer Belediyesi başkan adayı oldum. Daha sonra da farklı tarihlerde iki defa il başkan yardımcılığı görevinde bulundum. Bir de benim eğitimciliğim var AK Parti'de. Dolayısıyla, AK Parti'nin başlangıç hikayesinin önemli bir kısmında izlerim ve tanıklıklarım var. Oradan buralara gelen AK Parti'nin, Türkiye'yi buralara getiren AK Parti'nin bu hikayesi benim için çok trajik. Kendi adıma da büyük bir alınganlık hissediyordum. Çünkü, ben orada sorumluluk üstlenmişim. Biz, Milli Görüş geleneğinden gelmiyorduk. O dünya görüşüne sahip değildim.
Benim dünya görüşüm liberal demokrat. Elbette, muhafazakar bir geleneğimiz de var ama AK Parti'nin Türkiye perspektifi, modern Türkiye projesi ekseninde bir perspektifti. Ben ona itibar eden birisiydim. Fakat Ak Parti benim kredimi bir bakıma tüketti ve beni mahcup etti. Ak Parti, aslında sadece beni değil, kendisine inanan, umut bağlayan herkesi mahcup etti. Çünkü başlangıçtaki o ilkeler, mesajlar, parti programı, kuruluş felsefesine bakınca 'Artık daha ötesi yok' diyorduk biz. Çünkü güneş altında söylenmedik güzel söz, ortaya konulmamış güzel proje bırakmadılar. Hatta solun bile elinden birçok kavramı aldılar. Muhteşem bir programla ortaya çıktılar. Zaten kitabın sonunda da diyorum, muhteşem başladılar ama hezimetle sonlandı bu iş aslında... Hikaye bu, ben böyle bir şeyi yazmayı düşündüm, istedim."
*****
-- Siz de bu kitapla Türk halkıyla helalleşmek mi istediniz?
"İçinde özeleştiri de var. Helalleşme de var. Hesaplaşma da var. Niye hesaplaşma da var? Çünkü AK Parti bizi yolda bıraktı. Bizim iyi niyetle başladığımız o sürecin buralara sapacağını bilseydik hiç gitmezdik. Ben bunu her zaman söylüyorum. Ben, AK Parti'nin Türkiye'yi böyle bir noktaya evrileceğini, kendisinin de buralara geleceğini bilseydim hiç gidip kendi adımı yıpratmazdım. O bakımdan bir hesaplaşma da var burada yani. Çünkü, "Nereden Nereye...", kitabın adı da o ya."
****
--O ismi koyarken, Tayyip Bey'in, sıkça kullandığı, "nereden nereye" sözü aklınıza geldi mi?
"Aynen geldi. Zaten, Tayyip Bey'in söyleyişiyle o isim çok anlam kazandı. "Nereden nereye" diyordu. Bir sürü olumlu şeye işaret ediyordu, vurgu yapıyordu ama şimdi aynı "nereden nereye"yi bir sürü olumsuzluğa vurgu yapmak üzere kullanabiliyoruz. Keşke o dedikleri gibi olsaydı. Ama tam da şimdi "nereden nereye" oldu aslında. Bu bir ironi, trajik bir ironi daha doğrusu."
****
-- Yazım süreciyle ilgili de kısaca bilgi verir misiniz, nasıl ilerledi. Yani, hangi sistematik üzerinde yürüdünüz?
"Şöyle, önce meramımı anlatmak için bir kurgu yapmak istedim. Nerden başlayayım, nasıl başlayayım diye. Pandemi sürecinin başlangıcında biz iki buçuk ay çalışmadık, dolayısıyla o süre benim için iyi bir fırsat oldu. Çok sayıda veri topladım. Konu başlıklarını ve omurgayı belirledim. Güvenilir kaynaklara başvurdum. Hepsi saygın otoritelerden bir derleme yaptım."
SİYASAL İSLAM BAŞKA İSLAM BAŞKA
--Kitabınızda çok başlık var ama, özellikle, "Siyasal İslam" başlığı hakkında ne söylemek istersiniz?
"Ak Parti'nin, Siyasal İslam'a evrilmesi nedeniyle, Siyasal İslam'ın kökenleri üzerinde çalışmaya başladım. Zaten Seyit Kutup üzerinde daha önce de çalışmıştım, biliyordum. Diğerlerine baktım. Pakistan'daki Siyasal İslam hareketine baktım. Mısır'daki İhvan Hareketi'ni inceledim. Burada sağlam İslam kaynaklarına, referanslara dayanarak Siyasal İslam'ı çürütmeye çalıştım. Bakın burada bir şey çok önemli. "Siyasal İslam" dediğimiz zaman insanlar İslam'a laf ediyoruz sanıyorlar. Halbuki İslam'ın siyasette malzeme olarak kullanılmasıdır kastımız. Din değildir Siyasal İslam. İslam'ın siyasal alanda kullanılmasıdır, istismar edilmesidir aslında. O bakımdan önce onu irdeledim. Çok doğru bir şey yaptığımı da düşünüyorum. Kitabın arka planında, bunların beslendikleri kaynakları, geldikleri kültürü ortaya çıkarmamız gerekiyordu. Tarihi referanslarına bakmamız gerekiyordu. O tarihi referanslardaki sakatlıkları analiz etmek icap ediyordu. Bunu yaptım. İyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz bir de bunların Osmanlı öykünmesi var. Osmanlı'ya öykündükleri hususların gerçeklik temelinden ne kadar yoksun olduklarını da ortaya çıkaran çalışmalarım oldu. İşte, ‘Yeni Osmanlıcılık Akımı’ var biliyorsunuz, Cumhuriyet'ten önce. Bunlar da aslında şimdi yeni yeni Osmanlılar..."
ŞERİATLA BATI DEMOKRASİ UZLAŞIR MI?
--İkinci Yeni Osmanlılar mı demek istiyorsunuz?
"Öyle demedim ama aslında öyle, İkinci Yeni Osmanlılar. Yeni, Osmanlıların fikirleri nasıl çelişkilerle dolu olduğunu, bir yandan Batı terminolojisini kullanmak isterken; Yeni Osmanlıcıların da bir bölümü Batı'da eğitim almışlardı. Ama dönmüşler Batı kavramlarını Şeriat'la mezc edip, onun üzerinden yeni bir Osmanlıcılık kavramı geliştirmeye çalışmışlar. Böyle bir şey yok. Batı, sanayi devrimini yaşamış, kültür devrimlerini yaşamış, rönesans, reform var daha, arkasından aydınlanma çağına gelmiş ve burada da büyük işler başarmış. Yani, bir zihniyet dönüşümü yapmış. Bizimkilerde o zihniyet dönüşümü olmadı. Bu fikirleri Şeriat'la buluşturup yeni bir ideolojik akım ortaya çıkaracaklarını sandılar. Tabi büyük bir yanılgıydı bu."
****
--Bu durumun, Ak Parti'yle nasıl bir ilintisi var?
"Sayın Erdoğan'ın, çevresinin, akademisyen kadronun yaptığı da aslında tam da bu. İkinci Yeni Osmanlıcılığı oynayama çalışıyorlar. Kullandıkları kavramlar tamamen Batı terminolojisi ama durdukları yer, donup kaldıkları bir yer. Değişim ve dönüşüme hem kendi kültürel dünyalarından kapı aralamıyorlar hem de Batılı gibi davranmaya çalışıyorlar."
AK PARTİ’NİN DİN TEMELLİ BİR DÖNÜŞÜM İDDİASI YOKTU!
--Ak Parti'nin iktidar yürüyüşünün ilk adımlarında sizin de izleriniz var. O döneme dair neler söylersiniz?
"AK Parti'nin iktidar yürüyüşünü de konu edindim. Benim bulunduğum evreyi inceledim. Çünkü ben sadece üye, yönetici değil aynı zamanda eğitimciydim de AK Parti'de. Ankara'da eğitim aldık, aldığımız o eğitimle geldik ve burada 17 ilçeyi üç ay süreyle eğittik. Benim konum da ‘Siyasal Kimlik’ti. En can alıcı konuydu aslında. Ekonomi vardı, sosyal politikalar vardı bir de teşkilatçılık vardı. Bize söylenen şuydu; 'gideceksiniz, parti teşkilatlarında, bu bahsettiğimiz içeriğe uygun bir siyasal kimlik değişikliği yaratacaksınız. Yani, bu eksende bir siyasal kimliği oluşturmaya gayret edeceksiniz. Biz yeni bir partiyiz, Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti değiliz, yeni bir partiyiz ve bu mesajı anlatacaksınız...' Hakikaten, laikliğe bakış, din devlet ilişkilerine bakış tam liberal demokrat parti eksenli bir bakıştı. Hatta Gemlik'te, homurdanmalar oldu ben sunum yaparken. İşte AK Parti'nin din temelli bir toplumsal dönüşüm iddiası yoktur. AK Parti'nin dine bakışı, 'Devletin dini olmaz'dır ve devlet bütün dinlere karşı eşit mesafededir ve nötrdür devletin pozisyonu dedim, bir homurdanma çıktı. Eski belediye başkanı, bana, 'Bir arkadaş, (biz İslam devleti için mücadele etmiyor muyduk, nerden çıktı bunlar) diyor' dedi. O da demişki; 'Bu böyle konuşuyor ama sen gene mücadelene devam et...' Meğer doğru demiş, onlar haklı çıktı yani..."
ERDOĞAN İLE DE GAUL BENZETMESİ
--Ak Parti yola çıkarken, İslamcı gömleğini çıkartıp, bu kadar modern bir söylemi benimseyip, hatta bunu toplumsal değişim için bir eğitim formatına dönüştürmüşken, neden "nereden nereye" denilecek kadar en başa döndü?
"Bunu da irdeledim. Hem kafamda çok irdeledim, hem kitabımda da değiniyorum ona. Şöyle söyleyenler var. Devletin o zamanki zinde güçleri AK Parti'nin meşruiyetine itiraz ediyorlardı. Mesela Meclis Başkanı'nı ziyarete gelmişti komutanlar, gelip iki dakika oturup kalktılar. Saygısızca bir tutum sergilediler. Bir de kapatma davası açıldı AK Parti'ye. Cumhuriyet Mitingleri, aslında çok kıymetli mitinglerdi, hiçbir taşkınlığa sebep olmadılar. Fakat bu mitingleri millet kendine bir saldırı gibi algıladı. Çünkü onu öyle kullandı AK Parti. Bütün bunlar, 'AK Parti liderliğinin aslına rücu etmesine sebep oldu' şeklinde iddialar var. Bunu söyleyen arkadaşlarım var AK Parti'de. O zaman ben de diyorum ki; işte gerçek liderlik, burada belli olur. Hatta kitabımda De Gaulle ile Erdoğan benzetmem de var. Hani, 'Gerçek kaptanlık fırtınada belli olur' derler ya, o misal, Erdoğan'ın, bütün bunlara rağmen Türkiye'yi tamamen teslim aldıktan sonra bu yoldan sapmaması gerekiyordu. Türkiye'nin modernleşme sürecinden, AB müktesebatı perspektifinden vazgeçmemesi gerekiyordu. Gerçek liderlik buydu aslında.
****
--Peki; sizce o liderliği neden gösteremedi Erdoğan?
"Demek ki; bilinç altında, arka planında kişiliği ve kimliği oluşturan o ideolojik temeller değişim ve dönüşüme müsaade etmeyen bir zihinsel blokaj yapmış. Dolayısıyla o değişim ve dönüşümün tamamı faydacı, oportünist bir mantıkla dillendiriliyordu. Ne zaman ki Cumhurbaşkanlığı'nı da Sayın Abdullah Gül aldı, 'Devleti tümüyle ele geçirdik' saikiyle, esas kimliklerini ortaya çıkarmaya başladılar. Bu hileli düşünme biçimi bilinç altlarında varmış demek ki. Biz orada yanıldık. Ben aslında, tıbben de şunu biliyorum. İnsan vücudundaki tüm hücreler. 60lı, 70li yaşlara kadar 11 ayda bir değişirler, yenilenirler. Dolayısıyla, bizim beynimizdeki politik, sosyal, kültürel faaliyetler de bir biyokimyasal faaliyettir. Beyin hücreleri de değişir, nöronlar da kendini yeniler. O nöronlar arasındaki biyokimyasal aktivite insanın düşünce dünyasına da yansıması gerekiyor. Bundan dolayı, bazı arkadaşlar bana sitem ediyor, "Sen nasıl göremedin" diye. Ama ben bunda hala ısrarcıyım, geri dönüp o günlere gelsek ben yine itibar ederim. Niye itibar ederim? Çünkü insan doğası iyi yönde değişimden yanadır. Şimdi, adam 'Milli Görüş gömleğini çıkardık' diyor. Demokrasi adına, hürriyetler, özgürlükler adına söylenecek en ileri kavramları söylüyor. AB müktesebatına sahip çıktığını ifade ediyor. Ben diyeceğim ki; hayır kardeşim, sen bunları yapacak durumda değilsin. Bu zihin okumadır. Bu aslında, belki de dönüşecek olan insanı engellemektir. O yüzden bu yorumları yapan arkadaşları haklı bulmuyorum. Tamam, sonuçta biz mahcup olduk, doğrudur ama mesela Murat Belge Hoca'ya da 'Nasıl gidip akil adamlığı kabul ettiniz?' dediler. O da 'O günkü Erdoğan'dan başka bir şey çıktı ortaya' diyor."
OSMANLI’YI CUMHURİYET YIKMADI!
--Kitabınızda, "Bitmeyen kavgamız ulusal kültür savaşı" başlıklı bir bölüm var. Burada, Samuel Huntington'un, o çok meşhur "Medeniyetler Çatışması" tezini de hesaba katarak neler söylemek istersiniz?
"Huntington'un kehaneti bence bir kabus kehanetidir. Çünkü kültürlerarası bir savaş dünyayı ikinci dünya savaşından çok daha beter hale getirir diye düşünüyorum. Buradan kendi tezime geçeyim. Biliyorsunuz, Cumhuriyet'in kuruluşu sırasında çok itilaflar vardı. Hatta Atatürk'ün kenara çekilmesi gerektiği söyleyenler vardı. Trabzon mebusu Ali Şükrü, bunlardan birisiydi mesela. O dönemde, hala Osmanlı'nın tarih sahnesinden gitmesine tahammülü olmayan bir kitle vardı. Halbuki Osmanlı'yı Cumhuriyet yıkmadı. Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı'yı yıkmadı. Osmanlı, 1699 Karlofça Antlaşması'yla yıkıldı bana göre. Yıkılış orada başladı. Ben Belgrat'a gittim, Karlofça'ya, orda öğrendim. Karlofça Antlaşması'nın yapıldığı masanın beton büstü var. Masa yuvarlak. Rehber bildiği için, 'Bu masa niye yuvarlak, biliyor muzunuz?' dedi. 'Bu savaşa kadar Osmanlı elçisi dikdörtgen masanın başına geçer, haraçlarını keser, masadan büyük bir karla kalkardı. Ama ilk defa Karlofça Antlaşması'nda yuvarlak masa koydular ve dediler ki artık eşitiz. İşte yıkılış oradan başladı. Osmanlı'nın sanayi devrimini, kültür devrimini ıskalaması yıkılmanın bir kader olduğunu gösteriyor. Zaten bir de imparatorlukların sonuna gelinmişti Cumhuriyet'in başında, dolayısıyla o dönemdeki İslamcı damarın tartışmaları aslında tüketilmiş, bitmişti."
RÖVANŞİST BİR İDEOLOJİYE SAPLANDILAR!
--Helalleşme o zaman olacaktı diyorsunuz.
"Evet, evet, aslında bunu bekliyorduk. Ama 2011'den sonra kafalarının arkasında sakladıkları toplumu kültürel olarak dönüştürme iddiasını yeniden servis etmeye başladılar. Rövanşist bir psikolojiyle geçmişten hesap sormaya başladılar. Erdoğan'ın konuşmalarına bakarsanız iş İnönü'ye kadar gitti ve sürekli oralardan oy devşirdi. Bugün hala bazıları o günleri konuşuyor. Halbuki, 20 yıllık iktidarda kötü ve iyi ne varsa bu 20 yılın faturası olarak kabul edilmesi lazım."
****
--Burada bir çelişki yok mu? Erdoğan, bir yandan Türk dünyasıyla ilişki kurup bir Alpaslan Türkeş rolüne soyundu. İçerde de şahin politikalar izlemeye başladı. MHP çizgisinde bir duruş sergilemeye başladı. Diğer taraftan ümmet ideolojisi devam ediyor. Cemaat ve tarikatlarla işbirliği yoğun bir şekilde devam ediyor. Sanki iki ayrı yürünen yol var. Nasıl yorumluyorsunuz?
"Bunu şöyle düşünüyorum. 15 Temmuz'u da buna katarak söyleyebilirim ki, Erdoğan, bizim o eski resmi devlet görüşü dediğimiz görüşe teslim oldu gibi. Ya da teslim alındı gibi bir düşünce var kafamda benim. Çünkü uzun bir süre Türk demekten imtina eden Sayın Erdoğan, şimdi büyük bir hazla Türkçü politikalara sarıldı. Hatta bununla ilgili bir anımı da paylaşayım. Türk Ocakları'nda, Türkçü Ermeni bir yazarın konuşması vardı. Orada bir arkadaş kalkıp, 'Erdoğan, bir Türk'üm dese, canımız kurban ona...' demişti. O zamanlar 2007-2008'ler, Erdoğan bu Türk lafını kullanmıyordu. Bu konuda kanaatten öteye geçemiyoruz. Çünkü tanık değiliz o dönüşüme. Ama Devlet Bahçeli'nin yanına gidişiyle birlikte, Erdoğan, sanırım arkasına Ülkücü Hareketi alma ihtiyacı duydu. Arkasında bir gücü hissetme ihtiyacı duydu diye düşünüyorum."
****
Bu yazının dipnotu: Söyleşiyi ancak bu kadar kısaltabildim. Esas olarak kitabı Tahsin Bulut vasiyeti olarak okumanızı öneririm.