Ekonomik kriz bir türlü aşılamıyor.
Gıda enflasyonunda Avrupa’nın açık ara birincisi, dünyanın önde gelen ülkesi olduk.
Saray’dan Tek Adam eliyle yönetilen ülkede Abdullah Öcalan’a, PKK’lılara yol açılırken, Ekrem İmamoğlu’nun da içinde olduğu CHP’li belediye başkanları ve yöneticiler adeta rehin alındı.
Fatih Altaylı başta olmak üzere farklı düşünen gazeteciler açısından ülke cehenneme döndürüldü.

İşsizliğin kıskancındaki gençler, ülkeden kaçmak için olmadık yollara sapmaya başladı.
Nüfusun yüzde 20'sini oluşturan 17 milyon kişi, gelirin yüzde 50'ye yakınına el koyarken, Türkiye’nin en yoksul yüzde 20’si ise gelirin sadece yüzde 5'ine erişebiliyor. Bu adalet mi?
****
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen AK Parti içinden itiraz sesleri yeterince yükselmiyor.
Daha doğrusu dışarıya yansıyan çok az oluyor; çünkü onlar da biliyorlar ki, itiraz eden kısa süre sonra saf dışı ediliyor, anasından emdiği süt burnundan getiriliyor.
Varsa makamları elinden alınıyor, çok ileri giderlerse FETÖ sopasıyla susturuluyor. Daha da ileri giderlerse mallarına el konuluyor.
****
Bir arkadaşım, Adalet ve Kalkınma Partisi içinden çıkmış önemli bir isim olan Ömer Aykan’ın paylaşımlarına bakmamı önerdi.

Bir dönem Bursa Yıldırım’da siyaset yapan, uzun süredir Ankara’da görev alan Ömer Aykan, geçtiğimiz günlerde sosyal medya sayfasından itirazlarını dile getirdi.
Her ne kadar ‘Reis’ dediği Tayyip Erdoğan’ı dışarda tutsa da bütün bu olumsuzlukların ana karar vericisinin Reis olduğu gerçeğini örtemedi.

****
İşte o yazı:
“AK Parti'nin Yolculuğu: Kuruluş Heyecanı, Liyakat Çatışmaları ve Sandıktaki Yansıması.
Bursa Perspektifinden Siyasi Bir Değerlendirme
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), 14 Ağustos 2001'de, Fazilet Partisi'nin kapatılmasının ardından ‘Yenilikçiler’ grubu tarafından kurulduğunda, Türkiye'nin siyasi manzarasında bir umut rüzgârı esiyordu. Refah Partisi'nin mirasını devralan bu yeni oluşum, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde, ekonomik krizlerin ve koalisyon hükümetlerinin yorgunluğuna karşı ‘hizmet odaklı’ bir vizyon sunuyordu. Parti tüzüğüne göre resmi kısaltması ‘AK PARTİ’ olan bu hareket, ampul simgesiyle aydınlık vaat ediyordu. Kuruluşundan sadece bir yıl sonra, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde, geleneksel partileri silip süpürerek tek başına iktidara geldi. AK Parti, oyların yüzde 34,28'ini alarak 363 milletvekiliyle TBMM'ye damga vurdu; bu, Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi depremiydi. Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılmasıyla parti hızla reformlara başladı: IMF programlarının tamamlanması, AB uyum yasaları ve ekonomik toparlanma, halkın gönlünü kazandı.
Bu ivme, 2004 Mart yerel seçimlerinde zirveye ulaştı. AK Parti, Türkiye genelinde 25 il belediyesi, 58 ilçe belediyesi ve 802 belde belediyesi kazanarak yerelde de iktidara yerleşti. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerdeki zaferler, partiyi ‘Hizmet belediyeciliğinin’ simgesi yaptı. Halk, yollar, köprüler ve sosyal yardımlarla somut değişimi görüyordu; bu dönem, AK Parti'nin ‘sessiz devrim’ olarak anılan altın çağıydı. Ancak, bu parlak başlangıç, zamanla iç dinamiklerin gölgesinde solmaya başladı. Parti, kitle hareketi olarak doğarken, 2009 sonrası kimlik odaklı bir yapıya evrildi ve liyakat yerine sadakat ön plana çıktı. İşte burada, aday belirleme süreçlerindeki hatalar ve teşkilat dizaynı, partinin en büyük sınavlarını tetikledi.
2009 Yerel Seçimleri: Aday Belirleme Hatalarının İlk Sinyalleri
2004 zaferinin ardından gelen 2009 Mart yerel seçimleri, AK Parti için bir dönüm noktasıydı. Parti, oyların yüzde 38,39'unu alarak 802 belediye başkanlığı kazandı; ancak bu başarı, iç eleştirileri örtbas edemedi. Aday belirleme sürecinde, teşkilat tabanının görüşü yerine ‘merkezi irade’ hâkim oldu. Belediye başkan adayları, meclis üyeleri ve ilçe-il başkanlıkları için yapılan ön seçimler (parti içi temayül yoklamaları), birçok yerde manipüle edildiği iddialarıyla gölgelendi. Örneğin, Güneydoğu Anadolu'da AK Parti ile DTP (şimdiki DEM Parti'nin öncüsü) arasındaki çekişmede, aday profillerinin zayıflığı oy kaybına yol açtı.
Siyasal iletişim analizleri, AK Parti'nin kampanyasında ‘hizmet’ vurgusunun yerini ‘kimlik’ söylemine bıraktığını gösteriyor. Ulusal basında yayınlanan haberler, iktidar partisini ana muhalefet CHP ile eşit düzeyde eleştirirken, AK Parti'nin adaylarının ‘yerel dinamiklere uzak’ olması, seçmen nezaketini zedeledi. Hile iddiaları da cabası: Çamlıdere gibi ilçelerde katılım oranlarının yüzde 100'e yakın çıkması, şüpheleri artırdı. Bu hatalar, partinin teşkilatlarında ‘ehliyet yerine sadakat’ eğilimini pekiştirdi. Yerel yönetim vizyonu raporları, AK Parti'nin 2009'dan itibaren bürokrasideki atamaları ‘parti militanlığı’ kriterine dayandırdığını eleştiriyor; bu, hizmet kalitesini düşürdü ve tabanda huzursuzluk yarattı.
2015 Seçim Krizi: Hataların Sandığa Yansıması ve Tekrarlanan Seçim
2011 sonrası hatalar, 2015'te patladı. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti, oyların yüzde 40,87'sini alarak 258 milletvekiliyle hükümeti kuramadı – ilk kez tek başına iktidarını kaybetti. HDP'nin barajı aşması (yüzde 13,12 oy) ve MHP'nin yükselişi (yüzde 16,33), partinin Kürt seçmen ve milliyetçi tabandaki erozyonunu gösterdi. Nedenler mi? Aday listelerindeki liyakatsizlik, Çözüm Süreci'nin çöküşü ve ekonomik yavaşlama.
Üç ay sonra, 1 Kasım'da tekrarlanan seçimde AK Parti yüzde 49,48 oyla 317 vekil kazandı; ancak bu ‘zafer’, terör olayları ve koalisyon korkusuyla beslendi. Süreç, partiyi sarstı: Ahmet Davutoğlu'nun ‘istikşafi görüşmeleri’ başarısızlığı, Erdoğan'ın erken seçim ısrarı ve 7 Haziran-1 Kasım arası şiddet dalgası, ‘terör sayesinde mi kazanıldı?’ sorusunu gündeme getirdi. Bu dönem, teşkilatların ‘birileri tarafından dizaynının’ zirvesiydi: Ehliyet, liyakat ve samimiyet hiçe sayılarak bürokrasi ve yerel yapılar, sadık ama yeteneksiz isimlerle dolduruldu. Halkın gözünde teşkilat güvensizliği, tüm kurumlara yayıldı; kalibrasyon düştü, hizmetler aksadı.
Metal Yorgunluğu ve ‘Ömerler’ Fiyaskosu: 2017 Teşkilat Temizliği
Trabzon'daki 2017 genişletilmiş il divan toplantısında Erdoğan'ın üç ünlü cümlesi, umutları yeşertti: ‘Metal yorgunluğu’, ‘kabuk değişimi’ ve ‘Ömerler meselesi’. ‘İçimizde metal yorgunu arkadaşlarımız var, onları dinlendireceğiz; gençlere sorumluluk vereceğiz ve teşkilatları Ömerlerle kuracağız’ dedi. Ömer, adil, lider, sevilen bir profil demekti. Ancak uygulama, tam bir fiyasko oldu. Metal yorgunluğu bahanesiyle deneyimli teşkilatçılar (parti hafızası) temizlendi; yerine ‘çürük kabuk’–egoist, kaprisli isimler– yerleştirildi. Gençlik vurgusu, liyakatsiz ‘tazyik’ atamalarıyla bozuldu; Ömerler yerine skandal figürler teşkilatlara doluştu.
Bu ‘sinsice’ kullanım, partiyi tarumar etti: Teşkilatlar ıssızlaştı, Erdoğan'ı eleştiren bir kabuk oluştu. Üstelik, 2018'de –2019 yerel seçimlerine tam bir yıl kala– halkın seçtiği büyükşehir belediye başkanlarının (hem AK Partili hem muhalif) anlamsızca görevden alınması, yangına körükle gitmek gibiydi. Esenyurt'taki AK Partili Ahmet Özer gibi isimler dahil, 100'ü aşkın başkan (çoğu HDP/DBP'li terör bağlantısıyla, ama 9'u da AK Partili) sorgusuz sualsiz indirildi; kayyumlar atandı. Seçmen haklı olarak haykırdı: ‘Suçları varsa yargılayın, yoksa neden görevden alıyorsunuz? Beğenmiyorsanız, bir yıl sonra sandıkta hesaplaşın!’ Bu adaletsizlik, liyakat erozyonunu katmerledi; bürokrasi dizaynı, ‘güçlü siyasal iktidarı’ bürokratların boyunduruğuna soktu; Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumlar, parti militanlarının elinde eridi. Erdoğan'ın etrafındaki liyakatsizler, yanlış kararlar aldırdı: Gezi Parkı'ndan 15 Temmuz'a, ekonomi politikalarından dış ilişkilerde geri vitesler, kamuoyunda tepki yarattı. Bu, Cumhurbaşkanı'na ‘itibar suikastı’ olarak döndü; global kavgalar ve sağlık sorunları, süreci kontrol dışı bıraktı.
2024 Yerel Seçimleri: Büyük Kayıp ve Dersler
2024 Mart yerel seçimleri, tüm bu birikimin patlamasıydı. AK Parti, oyların yüzde 35,48'ini alarak 24 il belediyesi kaybetti; İstanbul, Ankara, İzmir gibi kaleler CHP'ye geçti. Nedenler? Ekonomi krizi, aday liyakatsizliği ve teşkilat güvensizliği. CHP yüzde 37,77 ile rekor kırdı; Yeniden Refah ve diğer muhalifler, AK Parti tabanını eritti. Konda analizleri, ittifak sarsıntılarını ve ‘rasyonelite kaybını’ vurguluyor: Seçmen, hizmet yerine ‘kibir’ gördü.
Bursa örneği gibi, Yıldırım ve Osmangazi'deki aday hataları, yerel dinamikleri yok saydı. Bu kayıplar, partiyi ‘devlet partisinden’ uzaklaştırdı; ama fırsat da yarattı: Diyalog ve rasyonel siyasete dönüş.
Sonuç: Temizlik Zamanı – Ömerler Nerede?
AK Parti'nin 23 yıllık yolculuğu, kuruluş heyecanından liyakat krizine evrildi. 2001-2004'ün parlaklığı, 2009'dan beri aday ve teşkilat hatalarıyla soldu; 2015 ve 2024, sandıktaki faturayı kesti. Erdoğan'ın ‘halka hizmet Hakk'a Hizmet’ düsturu, liyakatsiz dizaynlarla gölgelendi; bürokrasi ve yerel yapılar, samimiyetsizlikle kalibrasyonu düşürdü. Tez zamanda metal yorgunlarından temizlik, gerçek Ömerleri bulmak en büyük temenni. Aksi takdirde, ‘siyasi meftalık’ kapıda. Seçmen, oyum reise diye diye sermayeyi tüketti;
Peki ya Bursa? Yeşil şeridin kalbi, o ilk zaferlerin beşiği, şimdi kendi çocuklarını arıyor. Seçimi kaybetmiş büyükşehir başkanının gürültülü külhanbeylikleri, Yıldırım'ın düşük profilli fırtınaları, egolu ıssız haneleri, kısa boylu kapris koltukları... Bunlar, Tofaş Fabrikası'ndan Osmangazi'ye, Yıldırım'dan Nilüfer'e uzanan bir yorgunluğun simgesi. Faruk Çelik'in Urfa'ya gönderilişiyle başlayan ithal serisi, Bülent Arınç'ın ‘özgül ağırlık’ sükut hayalleriyle pekişti; Mehmet Müezzinoğlu ve Efkan Âlâ gibi isimler, ipek yolunun tozunu yuttu ama eser bırakmadı. Bursa teşkilatı, metal yorgunluğundan değil, ‘birilerinin’ sinsice dizaynından eridi – kabuk değişimi yerine çürük kabuklar, Ömerler yerine fırıldak tipler. Ama unutmayın, bu şehir Erdoğan'ın ‘hizmet belediyeciliğiyle’ doğdu; yeniden doğuşu da buradan başlar. Yıldırım'ın sokaklarında, Osmangazi'nin pazarlarında, Ulucami'nin gölgesinde gerçek Ömerler var: Liyakatli, samimi, Bursalı. Onları bulup koltuklara oturtursak, 2028'de değil zafer, Bursa Rönesansı yazarız – ipek gibi yumuşak, demir gibi sağlam. Zira ampulün ışığı, Yeşil Bursa'da sönmez; yeter ki fitili, tabanın sesiyle temizleyelim.
Selam ve dua ile!”