Aldatma, çoğu zaman bireysel bir “zaaf” ya da “ahlaki çöküş” olarak etiketlenir. Oysa psikanalitik bakış bize gösterir ki bu davranış, bireyin bilinçdışı çatışmalarının, toplumun erkeklik mitlerinin ve gündelik hayatın sıradan sahnelerinin birleşimidir. Erkeklerin aldatması, sadece kişisel bir tercih değil; erkeklik ideolojisinin iflasının en görünür semptomudur.

Lacan’ın “eksiklik” kavramı, insanın daima bir boşlukla yaşadığını söyler. Erkek, bu boşluğu evlilikte ya da ilişkide dolduramaz; başka kadınlarda arar. Ancak her yeni deneyim, boşluğu kapatmak yerine büyütür. Aldatma, doyum değil; eksikliğin katmerlenmesidir.

**Freud’un “tekrar zorlantısı” kavramı, erkeklerin çocuklukta anneyle kurdukları bağı farklı kadınlarda yeniden aramalarını açıklar. Bu yüzden “yeni” olan aslında hep eski bir hayaletin tekrarıdır.

* Eros ve Thanatos Çatışması

Erkek, aldatma yoluyla hem yaşam dürtüsünü (Eros) tatmin etmeye çalışır hem de mevcut düzeni yıkma dürtüsünü (Thanatos) besler. Bu ikili gerilim, sadakatsizliğin psikanalitik motorudur.

Toplum, erkeğe “fetheden, deneyen, sınırları aşan” bir rol yükler. Sadakat, zayıflık; aldatma ise güç göstergesi olarak kodlanır. Bu kültürel kod, bilinçdışı arzularla birleştiğinde aldatmayı sıradanlaştırır.**

Modern dünyada erkek, işte, sosyal hayatta ve ilişkide sürekli “başarılı” olma baskısı altındadır. Aldatma, bu baskıya karşı bir kaçış ve “ben hâlâ arzu edilenim” kanıtıdır.

Patronun gözü sekreterde, sekreterin gözü patronun statüsünde. Burada aldatma, sadece cinsel bir eylem değil; güç ve arzu oyunudur. Erkek, kendi iktidarını kanıtlamak için “yasak” olanı arar.

*Instagram’da “like” atmak, DM’den gizli yazışmalar… Erkek, aslında kendi narsisizmini besler. “Ben hâlâ arzu edilenim” duygusu, bilinçdışında tatmin arayışının ucuz bir versiyonudur. Arkadaş grubunda “benim de bir hikâyem var” diyebilmek için aldatma, bir statü göstergesine dönüşür. Erkeklik, sadakatle değil, “kaçamak”la ölçülür. Bu, toplumun erkeklik mitinin en sıradan yüzüdür.*

Akşam televizyon karşısında sıkılan erkek, telefonuna yönelir. Birkaç mesaj, birkaç gizli buluşma… Aldatma, aslında sıradan bir “kaçış”tır. Monotonlukla baş edemeyen erkek, bilinçdışında yeni bir heyecan arar.

Erkeklerin aldatması, bireysel bir hata değil; erkeklik ideolojisinin çöküşüdür. Çünkü erkek, sadakati “zayıflık”, aldatmayı ise “güç” olarak kodlayan bir kültürün ürünüdür. Psikanaliz bize şunu söyler: Aldatma, bilinçdışı çatışmaların semptomu olduğu kadar, toplumsal bir hastalığın da belirtisidir. Erkek, aslında kendi boşluğunu dolduramazken, kadını suçlayarak sorumluluktan kaçar.

Bu yüzden aldatma, sadece bir “kişisel ihanet” değil; erkekliğin krizidir. Ofislerde, sosyal medyada, kahvehanelerde gördüğümüz bu davranış, psikanalitik açıdan eksiklik ve tekrar zorlantısının; erkeklik mitinin çöküşünün kanıtıdır.

Aldatma, erkekliğin krizidir. Psikanalitik açıdan eksiklik, arzu ve tekrar zorlantısının; polemikçi açıdan ise erkeklik ideolojisinin iflasının göstergesidir. Çözüm, erkeklerin kendi bilinçdışıyla yüzleşmesinde ve toplumun erkekliği yeniden tanımlamasında yatıyor.

Sadakat, zayıflık değil; cesaretin ta kendisidir. Aldatma ise, erkekliğin en sıradan ve en trajik kaçışıdır.