Geçtiğimiz günlerde 16 yaşındaki Şahin Öztop doğa yürüyüşünde Uludağ Balaban Deresi’nde hayatını kaybetti. Maalesef doğa yürüyüşünde hayatını kaybedenlerin haberini sürekli görüyoruz. Son olaydaki gençlerin yaşından dolayı bu durum amatörlükle ilişkilendirilse de durum pek de öyle değil.


Uludağ zirve yürüyüşü yapan Efe Sarp ve Mert Alpaslan dağı oldukça iyi bilen iki dağcıydı. Ancak onlar da zirvede sürekli yaşanan olağanüstü hava durumu sebebiyle rotadan sapmak zorunda kaldı. Kürekli Dere’den kente ulaşmaya çalışırken hayatlarını kaybettiler. Cenazelerine 17 gün sonra zorlukla ulaşılabildi.


Uludağ artık çağdaş bir şekilde ele alınmalı. Türkiye’nin üçte birinden fazlası bu dağın çevresinde yaşıyor. Malumunuz Marmara’nın en yüksek noktası Uludağ’ın zirvesidir. Henüz Bursa dahi fethedilmeden kurulan Kızık köyleri, endemik canlıları, doğal güzellikleri ile oldukça zengin bir dağa sahibiz. Elbette eski çağlardan bize kalan manastır mirasını da belirtmek gerekiyor.


Bir gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor ne dağımızın farkındayız ne de onu koruyabiliyoruz.


Uludağ Alan Başkanlığı ile dağın geleceğine dair büyük bir kaygı ortaya çıktı. Kaygı duyuluyor çünkü, bir asırdır hep bir koyup on alma mantığı ile projeler geliştirildi. Volfram madeni büyük ümitlerle kuruldu ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve proje başarısız oldu. Oteller bölgesi ise sürekli yaşanan olumsuzluklar ile gündeme geliyor. Çok para kazanmak amacıyla yalnızca zenginler için yapılan işler sonuç olarak bazı ihmalkarlıkları da beraberinde getiriyor. En büyük zararı doğa ve halk görüyor.


Oysa İstanbul’dan ve çevre şehirlerden dahi günübirlik doğa yürüyüşleri için Uludağ’a gelmek mümkün. Oteller, madenler ve yüksek kâr için atılan adımlar yerine doğal güzellikleriyle dağı değerlendirsek şimdiye çoktan dünyaca ünlü bir yere dönüşmüştü.


Güvenli yürüyüş rotalarına ihtiyacımızın olduğu bir gerçektir. Nilüfer’de bulunan Mysia yolları bunun güzel bir örneği. Kaplıkaya gibi tescillenmemiş olsa da halkın yoğun kullandığı rotalar da mevcut. Ancak bu gibi alanlar da denetimden uzak olduğundan ciddi manada kirletiliyor. Özellikle bazı mevsimlerde dere içinde yakılan ateşler, nargile dumanları Arapça müzik seslerine karışıyor.


Dijital teknoloji sayesinde artık çok daha güvenli doğa yürüyüşleri yapmak mümkün. Rotanızı, kimlik bilgilerinizi, gün ve saatinizi bildirerek online güvenlik önlemi alabileceğiniz teknolojiler artık mevcut. Canlı konum özellikleri ile anlık yer bildirmek, hatta nabız ölçer gibi basit uygulamalarla dağda kalp krizi geçiren birinin sisteme alarm göndermesi gibi şeyler bile artık çok basit.


Her kaza sonrası yasaklamalar, kısıtlamalar ile sorun çözülemiyor. Bursa’da yaşayan kaç genç doğa yürüyüşü eğitimi aldı? Çoğu kent böylesine geniş imkanlar barındıran doğal alandan mahrum kalmış durumda. Bu kadar şanslı bir kent olmamıza karşın Uludağ’a dair gerçekten halkçı ve kapsayıcı bir kültür oluşturamamış olmamız maalesef bir gerçeği ifade ediyor. Bursa çoğunluğu işçi olan 3.5 milyonluk bir şehir. Uludağ’ı yalnızca zenginlerin kullanacağı bir yer olmaktan artık çıkartmalıyız.


Bundan bir asır önce Keşiş dağı olarak adlandırılan Uludağ’ın manastır harabeleri ile dolu olduğunu biliyoruz. Sadece bu yapılar bile inanç turizmi için muhteşem bir alan oluşturuyor. Ancak Bursa’nın gayrimüslim yapıları kaderine terk edilmiş durumda. Gerçekten inanç turizmi gibi bir derdimiz olsaydı ruhban dağının nimetlerini değerlendirirdik. Görünen o ki, İznik’te olduğu gibi egemenliğimizi çiğnemek uğruna Papa etkinliği düzenlemek çok daha kolayımıza geliyor. Maalesef Bursa kısa sürede büyük kazanç ve büyük reklamlar yapmak gibi saplantılardan kendini bir türlü kurtaramıyor.


Umarım gelecekte Uludağ ile bütünleşmiş bir kent kültürü yaratabiliriz.


Daha kaç insan Uludağ’da yaşamını kaybedecek?


Sorumluluğu kim alacak?