ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ilginç bir şahsiyet. Patron olarak seslendiği Trump’ın yakın çevresinden bir iş adamı. Üstelik Cumhuriyetçi Parti’de hâkim üslup olan Mid-West neo-conlarının tarzını da benimsemiş. Diplomatik geleneklerden haberi olmayan bir iş adamı olmasının yanında, uluslararası hukuku ve kurumları hiç önemsemeyen, aşırı kibirli neo-con tavrı birleşince her şeyi bodoslama yapmaya kalkan bir kovboy karşımızda beliriyor. Bu nedenle ne dediğini anlamak için bin dereden su getirmeye, sözcüklerin ardındaki manaları aramaya gerek yok. Önümüze getirilecek dosyaları açıkça sıralıyor. En son Yunan Kathemerini Gazetesi’ne verdiği röportajda Kıbrıs ve Doğu Akdeniz sorununu çözmenin sırasının geldiğini söyledi.
Trump ABD’sinin bölge ile ilgili düşüncelerine baktığımızda şunu görebiliyoruz; Rusya’yı savaşarak değil, ekonomik olarak çöz; Doğu Akdeniz’den Hazar’a enerji kaynakları ve yolları üzerinde ABD kontrolünü sağla; bunun için öncelikle İsrail’i rahatsız edebilecek odakları yok et; Türkiye ile İsrail’i bir noktada uyumlu hale getir; bunun için de Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den çıkart ve yüzünü Karadeniz ile Hazar’a dönmesini sağla.
ABD ilk olarak Ukrayna-Rusya Savaşı’nı bitirmeye çalışırak, Rusya’nın son derece akılcı ve sabırlı bir stratejiye dayanarak kazandığı askeri zaferi kabul ettiğini görüyoruz. ABD’nin, müptezel Zelensky’nin Ukro-Nazi birliklerini daha fazla beslemesi, ABD’nin içinde bulunduğu şartlar açısından zaten mümkün değil. Yine de ABD bu savaştan önemli kazanımlarla çıktı. Avrupa’ya milyarlarca dolarlık silah sattı, Ukrayna’nın kaynaklarına el koydu. Ucuz Rus gazına dayanan Avrupa ekonomilerini pahalı enerjiye mahkûm ederek, Alman ekonomisi başta olmak üzere Avrupa’yı zayıflattı. Böylece çok kutuplu dünya teorisyenlerinin Avrupa’nın müstakil bir güç olarak tarih sahnesindeki merkezi güçlerden biri olma özelliğini sürdürebileceği yolundaki beklentilerini yıkarak, Avrupa’yı tarihin kenarına sürdü. Almanya’nın, Rusya’nın Ukrayna ile olan savaşından yararlanarak, Nazilerin de hedefi olan Doğu’da eşsiz bir güç oluşturma ve savaşı sürdüremeyeceğini düşündükleri Rusya’nın enerji kaynaklarına çökme planı akamete uğradı. Hazin bir durum Almanya için, daha önce de Sovyetlerin enerji havzalarına el koymak için giriştikleri Stalingrad Savaşı kaderlerini belirlemişti. Şimdi de aynısı oldu.
ABD, Avrupa’nın ekonomik aklı baskılayan siyasal-askeri ihtiraslarına Trump dönemi ile birlikte uyum göstermedi. Liderinin mesleğiyle uyumlu bir biçimde ekonomik aklı öne aldı. Rusya’nın Çin desteğinden sonra savaşı sürdürmesinde kritik bir rol üstlenen Hindistan’ın, Rus gazının alıcısı ve iki kat fiyata dünya piyasalarına satıcısı olarak fayda sağladığı duruma müdahale etti. Benzer bir müdahalenin Türkiye’ye de yapıldığını biliyoruz. Venezüella’nın askeri güç tehdidiyle yola getirilmesi planı da, Venezüella petrolüne el koyup bunu Avrupa’ya taşıma, böylece hem Trump’ın temsilcisi olduğu Amerikan enerji şirketlerini destekleme hem de Rusya’nın Avrupa piyasasına bir gün geri dönme ihtimalini ortadan kaldırmaya matuf olduğunu görüyoruz.
Doğu Akdeniz, ABD’nin enerji stratejisi açıdan en kritik bölgedir. Doğu Akdeniz gazının çıkarılması ve Avrupa’ya ulaştırılmasında hiçbir pürüz istemedikleri anlaşılıyor. Fakat burada hem işletme hem de enerji yollarının kontrolünü AB’ye bırakmaya niyetleri yok. Bu nedenle ABD bizzat inisiyatif alarak Doğu Akdeniz sorununu çözmek istiyor. Plan açık, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kaldırılacak, Türkiye yumuşatılmış Sevilla Haritası ile Mavi Vatan iddiasından tamamen vaz geçerek, buradaki kaynakları İsrail-Rum Yönetimi-Yunanistan üçlüsüne bırakacak. Son olarak Lübnan’ın Rum Yönetimi ile münhasır bölge anlaşması yapması bu gelişmenin bir parçasıdır. Lübnan’da direnişin kırılması, Suriye’de ABD-İsrail ile uyumlu bir hükümetin başa geçmesi ve Filistin direnişinin kan kaybı, ABD-İsrail’in Doğu Akdeniz’de bu yeni hamleyi yapmasına imkân verdi.
Maalesef ekonomik sorunlar nedeniyle uluslararası ilişkilerde günü kurtarmaya çalışan, bunu da denge politikası olarak anlata iktidarın bir stratejiye sahip olduğu görülemiyor. Ana muhalefet ise son Kurultayında Batı’ya tam teslim programını oy birliğiyle ilan ederek, partiyi yönetenler açısından Atlantik ödevlerine hazır olduğunu ilan ederken, delegelerin ise muhtemel iktidar beklentisi ve onun nimetlerinden yararlanmanın cazibesine kapılarak, ciddi hiçbir siyasal konuyla ilgilenmediği bir kez daha ortaya çıktı.
Ukrayna Savaşı, Doğu Akdeniz’de nasıl doğru tutum alınabileceği üzerine derslerle dolu. İngiltere’nin akıl hocalığını yaptığı bir planla, müşterek ABD-AB desteği karşısında savaşı kaybedeceği zannedilen Rusya, bu güçler karşısında bir direniş hattı oluşturabildi. Bunu da Soğuk Savaş dönemindekine benzer paktlar üzerinden yapmadı, yapamazdı da. Atlantik hegemonyasına karşı çıkan ve Atlantik’in bundan 20-30 sene öncesine göre büyük bir gerileme içinde olduğunu gören ülkelerle birebir son derece önemli anlaşmalar yaptı. Çin ve Hindistan’a dayanarak enerji güvenliğini sağladı, İran ve Kuzey Kore desteği ile kısa sürede savaşa entegre ettiği savunma sanayisine ve askeri gücüne destek sağladı, NATO ve AB içindeki çatlakların derinleşmesini sabırla bekledi. Ukrayna ise, Atlantik’i dünyanın tek merkezi ve tartışmasız hegemon gücü olarak görmenin bedelini yüzbinlerce insanının ve topraklarının yüzde 25’inin kaybıyla ödüyor. Türkiye’nin bu durumdan dersler çıkarması önemli; teslimiyetçi değil, milli bir stratejiye ihtiyacı var.