Bazı şehirler vardır; güzellikleriyle değil, kaderleriyle tanınır. Bu şehirler, tarih boyunca medeniyetlere ev sahipliği yapmış, nice kültürü bağrında büyütmüş; ama bir türlü hak ettiği değeri görememiştir. İşte bizim şehir de öyle bir şehir: Yüzü hiç gülmedi. Oysa herkes onu kıskanırdı.

Yeşiliyle, suyuyla, tarihiyle, insanıyla… Bir bakanın dönüp tekrar baktığı güzel bir kadın gibiydi. Zarifti, vakurdu; kendine has bir asaleti vardı. Soğuk sularını içmek için insanlar çöllerden gelirdi. Yeşili öyle güzeldi ki, gelinlik bile onun yanında soluk kalırdı. Ama ne oldu? Önce yeşili yağmalandı, sonra suyu. Güzel bir kadının hayırsız kocalara düşmesi gibi bir kader yaşadı. Her gelen yönetici, onun güzelliğinden bir parça koparıp gitti. Hiçbiri hayırlı olmadı. Sonuncusu mu? Keşke hiç olmasaydı. Aklı hepsinden evveldi; ama kalbi en gerideydi.

Bu şehir bir zamanlar kültürle nefes alırdı. Tiyatrolar dolup taşardı, sokaklarda sanat konuşulurdu. Şimdi ise kültür merkezleri kapalı; etkinlikler, protokol fotoğrafı çekmekten öteye geçmiyor. Sanatçılar ya göç etti ya susturuldu. Yerel müzik, yerel edebiyat, yerel tiyatro… Hepsi birer nostalji oldu. Şehir, kendi sesini kaybetti..

Eğitimde de yüzü gülmedi bu şehrin. Üniversiteleri büyüdü; ama bilgelik değil, beton yükseldi. Bugün Bursa’da bir öğrenci, bir sanatçı, bir akademisyen ne kadar aradığını bulabiliyor? Ne kadar üretken? Ne kadar destekleniyor? Cevaplar acı. Eğitim, umut değil; umutsuzluk üretiyor. Gençler ya işsiz ya umutsuz. Ya da başka şehirlerde, başka ülkelerde hayal kuruyor.

Bir zamanlar tekstil, otomotiv, tarım… Bursa üretirdi. Şimdi ise üretim değil; tüketim konuşuluyor. Küçük esnaf yok oluyor, AVM’ler yükseliyor. Tarım arazileri betonla kaplanıyor. Uludağ’ın eteklerinde villa projeleri; ovalarda sanayi atıkları… Güzellik, rantın kurbanı oldu. Şehir, kendi doğasını satıyor.

Ve halk… Bu şehrin gerçek sahibi. Ama sesi duyulmuyor. Mahalleler plansız büyüyor, ulaşım çileye dönüşüyor, sağlık hizmetleri yetersiz kalıyor. İnsanlar sabrediyor, susuyor, unutuyor. Çünkü bu şehirde sesini yükselten değil; başını eğen yaşar.

Güzelliği yağmalanmış bu şehirde, bir Şadi Özdemir Başkan, bir de Yaren Leylek direniyor. Son ağaç kesilmesin diye bakalım onlar da ne zaman pes edecek… Ya da köyden kovulacak…