Ağaçları tanımıyoruz. Kaçımız bir yarım saat yürüyüp de, yolda gördüğü ağaçlara -artık pek kalmadı ya- bakıp, bu meşedir, şu akasyadır diyebilir? Kuşları da tanımıyoruz. Serçeyi ve kumruyu biliriz, ama tanımadığımız o ağaçlara dikkatlice baksak, dallarda neşeyle şarkı söyleyen kuşlardan kaç tanesinin ismini sayabiliriz?
Geçtiğimiz günlerde, Nilüfer’de doğup büyümüş, benle yaşıt bir dostum, Muradiye’nin nerede olduğunu sordu. Gençlere Yeşil Türbe’nin nerede olduğu sorulduğunda, Osmangazi’de oturmayanların pek azı cevap verirse, şaşırmamak gerek. İstanbul denilen ama artık İstanbul olmayan yerdeyse durum çok daha vahim. Esenyurt’ta yahut Ataşehir’de oturan yüz kişiye Yeni Cami’nin yeri sorulsa, içimde yüzünün de bilemeyeceğine dair kötü bir his var. Bursa’daki büyük fabrikalarda çalışan pek modern beyaz yakalı yönetici takımına Gümüşçeken nerededir desek, yahut Orhan Camii’nin resmini gösterip adını sorsak bir cevap alamayız. Üzerine üstlük, “Biz merkeze on yıldır gitmedik bile şekerim” diyerek üstten bakan bir cevap alırız. Bu takım, Müslüman olsun ya da olmasın, şehrin göbeğinde sekiz yüz senedir duran bir yapının içine girip beş dakika tefekkür etmemiş olmanın eksikliğini hissetmez. Hafta sonu Kültürpark’ta yere örtüsünü serip, tanımadığı ağaçlardaki tanımadığı kuşların cıvıltılarını dinlemek -Arkeoloji Müzesi’ne bir ziyaret hayal etsek fazla mı ileri gitmiş oluruz?- yerine, çoluk çocuk, AVM’de büyük ekran televizyon ve telefon bakmak onun için yeğdir; zaten birinci ihtimali hiç düşünmememiştir.
Roman okumaktan, sürekli bir tiyatro seyircisi olmaktan bahsetmiyorum; okumuş ya da okumamış, kültürlü ya da avam, yüzyıllardır insanların doğal olarak yaptıkları şeyleri yapmayan, bunlardan haberi dahi olmayan insanlardan söz ediyorum. İnsan bunları yapmazsa nasıl mutlu olur?
Hayatının amacı, araba ve -gerçeküstü fiyatlara kitsch isimli sitelerden alınmış- ev kredisi ödemek, kendisine bırakılan iki -çoğu zaman bir- boş günde de büyük ekran televizyon ve telefon bakmak olan insanların hayattan beklentisini samimi olarak merak ederim.
Elli yaşında ölen Birleşik Amerikalı öykücü Raymon Carver’ın mezar taşında aşağıdaki dizeler yazılıdır:
Hayat verdi mi sana
istediklerini, hepsi olmasa da?
Evet, verdi.
Peki neydi istediğin?
Sevildim diyebilmek,
şu dünyada sevildiğimi hissetmek.
Onlara şunu sormayı da isterim: Sizin mezar taşınıza ne yazılmasını isterdiniz?