Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG), Şam ile entegrasyonu sorunu gündemin sıcak başlıkları arasında. En başından beri bu entegrasyonun üniter yapı içinde gerçekleşebileceğine ihtimal vermiyorum. Türkiye’nin ve Suriye’nin tüm çabası bu yönde olsa da başarı şansı yok.

Aslında Türkiye, bu entegrasyonun sağlanması için tabiri caizse “büyük oynadı”. Devlet Bahçeli’nin, Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrı üzerinden başlayan ikinci açılım sürecinin de temelde SDG’nin yarattığı tehdidi bertaraf etmeye yönelik olduğunu düşünüyorum. “Terörsüz Türkiye” adı verilen sürecin, Öcalan’ın çocukluğundan itibaren yanında yetişmiş SDG lideri Mazlum Abdi üzerindeki etkisini kullanmak suretiyle, yeni bir Ortadoğu stratejisi geliştirmeye matuf olduğu söylenebilir.

Bahçeli’nin açıklamasını yaptığı 2024 Ekim itibarıyla genel manzara şu şekilde tarif edilebilir: PKK, Türkiye’de silahlı eylem yapamaz hale getirilmiş, buna rağmen DEM Parti’nin siyasal ağırlığı, yerel seçimlerde kendisini kanıtlamıştı. Suriye’de ise İsrail, Şam’ın birkaç kilometre güneyinde konuşlanmış, Dürzileri kontrolü altına almış ve SDG üzerindeki etkisini kuvvetlendirmişti. Yeni Suriye rejiminin İsrail’e karşı koyacak gücü bulunmadığı gibi, ABD’yi, bölgede İsrail’in güvenliğini tehdit eden bir ülke olmayacağına ikna etmek, böylece ilişkilerini normalleştirerek, yaptırımların kalkmasını istiyordu. Ülkenin üniter yapısının korunması için SDG ile temas kursa da, buna zorlayacak bir gücü olmadığının farkındaydı.

Bu koşullarda Türkiye, Öcalan üzerinden Kürtleri himaye altına almaya yönelik bir planı devreye soktu. Kanımca plan şuydu, Türkiye’ye yerleşmiş milyonlarca Arap vardı, Suriye rejimi Türkiye’nin bölgedeki bir uzantısı gibiydi, eğer Kürtler de bu sürece eklemlenebilirse, İsrail devre dışı bırakılabilir, böylece Türk, Kürt, Arap beraberliğine dayalı yeni bir Ortadoğu stratejisi hayata geçebilirdi. Yeni anayasanın da bu düzlemde yapılması, DEM Parti’yi de sisteme angaje ederek, iktidarın elini güçlendirecek, ihvan siyasetinin mağlubiyeti yüzünden akamete uğramış bölgesel imparatorluk düşü, yeni bir planla yeniden hayata geçirilebilecekti. Bu strateji, pax Trumpa (Trump barışı) ile uyum içindeydi.

Oysaki CENTCOM yani Pentegon, 35 yılda oluşturduğu Kürt siyasetini, Trump’ın ekonomik aklına feda edemezdi. Bu konuda İsrail ile CENTCOM arasında tam bir mutabakat olduğu söylenebilir. Öcalan her ne kadar Mazlum Abdi’nin üzerinde belirli bir etkiye sahip olsa da SDG’nin silahı, parası, militanlarının maaşı, eğitimleri ve hava savunması ABD-İsrail tarafından sağlanmaktaydı. Üstelik SDG’nin bölgedeki nüfusu beslemesi ve kendisini donatması için ABD izniyle el koyduğu petrol gelirleri son derece önemliydi. İsrail ise, Esad yönetimi ayaktayken kurulması mümkün olmayan kara bağını artık sağlamış durumdaydı. Üstelik Suriye sahası İran etkisinden temizlenmiş, IŞİD ise her zaman devreye sokulabilecek bir aparat olarak İsrail’in kontrolündeydi. Bu koşullarda İmralı’da bulunan Öcalan’ın etkisinin sınırları çok açıktı. Hatta bu nesnel şartlar nedeniyle DEM ve PKK içinden bile Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektifin dışına çıkan aşırı talepler gün geçtikçe yükselmeye başlamıştı.

Bu koşullarda Dış İşleri ve Milli Savunma bakanlarımız, SDG’nin oyalama taktiğinin artık sınırına dayandığını, Türkiye’nin duruma vaziyet edebileceğini söylediler. Esasen Türkiye, Şam rejimi devrilirken, gözünü karartarak kuzeyden Suriye’ye girebilirdi. Mevcut durumda İsrail, güneyden bir cephe açmaakta zorlanabilirdi. Tabi, HTŞ’nin Şam’a yürüyüşünü önceden bilen Türkiye’nin, hazırlığını yapması ve sürpriz bir saldırıyla İsrail’i hazırlıksız yakalaması şarttı. Bu fırsat kaçırıldığı gibi Türkiye’nin bölgeye askeri müdahale şansı da kalmadı. Eğer Türkiye’nin böyle bir fırsatı hiç yoktuysa, Suriye ordusunun elindeki ağır silahların İsrail tarafından yok edileceğini hesaba katması ve adımları buna göre atması gerekirdi. Bugün Suriye, SDG ile bir savaşa girse, ağır silahların yokluğunda ya yenilecek ya da yeni bir içi savaşı göze almak zorunda kalacaktır. Ekonomik olarak toparlanmak ve Batı’yla ilişkilerini iyi seviyede sürdürmek isteyen Şara’nın bu riski üstlenmesi çok zor bir ihtimal.

İkinci olasılık, Türkiye’nin Suriye ordusunu ağır silahlarla teçhiz etmesidir. Fakat bu girişimin de İsrail’in müdahalesine uğraması kaçınılmazdır. Üstelik son dönemlerde SDG’ye silah takviyesi oldukça artmış durumda.

Üçüncü olasılık ise Türkiye’nin askeri operasyonudur ki bu durum Suriye’de bir Türkiye-İsrail savaşı anlamına gelebilir. İsrail’in Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile yaptığı son askeri anlaşmalar, böyle bir savaşın Doğu Akdeniz’e yayılma olasılığını büyütmekte. Türkiye, mevcut güç dengesi içinde böyle bir savaşa giremez. Bu açıdan Türkiye’nin İsrail ile bir savaş istemeyeceğini söyleyebiliriz.

Bu şartlarda, gerginliğin bilinçli olarak arttırılmasıyla, SDG ile Şam’ın, ifadeleri yumuşatılmış fakat esasta SDG’nin otonomisini tanıyan bir anlaşmaya imza atmaları çok olasıdır. Her ne kadar Türkiye’nin, Şam üzerinde büyük bir ağırlığı olsa da Suriye’nin mevcut statükoyu sürdürebilmesi zor görünüyor.

Bu yazıyı kaleme alırken, son derece düşündürücü bir gelişme yaşandı. Libya Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri Komutanları dâhil, en üst düzey askeri yetkilileri taşıyan jet, Haymana civarında düştü. İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşüşünü akla getiren bir olay. Tam da Lübnan ile Rum kesimi münhasır bölge anlaması yapmış, İsrail-Yunanistan-Rum Kesimi arasındaki ittifak en üst düzeye çıkarılmış ve Türkiye’nin SDG’ye sert uyarılarda bulunduğu bir sırada, Doğu Akdeniz’de tek tutunduğumuz dal olan Libya’nın askeri liderlerinin Türkiye’de ölümleri çok şüphelidir ve olay “İsrail kokmaktadır”. Ümit ederim ki sadece bir kazadan ibaret olsun. Eğer İsrail, Türkiye’nin göbeğinde bir teknik müdahalede bulunabiliyorsa, bu çok ama çok tehlikelidir.

Maalesef süreç, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’dan sürülmesine doğru gidiyor. Güç dengesi aleyhimize ve SDG sorunu çözülmezse, Türkiye’de açılımın akıbeti de çok parlak değil. Türkiye, Trump’la yaratabileceği anlaşma zeminlerine güvenerek yola devam edemez. SDG meselesi, Trump’tan ziyade CENTCOM’un siyasetlerini takip gerektirir. Türkiye, mevcut durumda bir güç dengesi kuramıyorsa, yapması gereken, mevcut tabloyu bozmaktır. Bu da bölgede çıkarları birbirine uyuşmayan birçok aktörü sahaya davet etmekle olur. Şam’ın, Rusya ile kurduğu ilişkiler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Doğrusu, Rusya ve İran’ın bir şekilde bölgede varlığını yeniden tesis etmek ve böylece İsrail’in hedefinden Türkiye’yi çıkartmaktır. Madem oyunu kuramıyoruz, öyleyse oyunu bozalım. Hiç şüphesiz yeni fırsatlar önümüze çıkacaktır.