Kendi yalanlar bahçesinde, sahte huzur içinde yaşayanlar için gerçeklik, fırtınadır.
Bu tip bireyler kendi prangalarında yaşarken gerçekliği inkâr eden ön yargılarında hapis olmuşlardır ve aynı konu ya da kişi hakkında var olan gerçekliği reddederek kendi yalanlarına sarılanlardır. İşte en büyük sıkıntı buradan çıkar çünkü gerçeğe karşı yalanı tercih etmek kişiyi kendi yalanlarının aydını, hakikate ise cahil yapar.
Gerçeklik, inkar edilemeyecek şekilde vicdan, ahlak, adalet üzerine, birey ve toplumun aklen ve kalben kabul gördüğü kişi, fikir ve eylemlerdir. Kişilere göre değişkenlik göstermeyen, menfaatler gereği üzeri örtülen, yok sayılan ama güneş gibi balçıkla sıvanamayan ve her zaman ortada duran, görmek için bakmak ama bakarken şartlanmalardan, ideolojiden arınmak gerekendir. Gerçeklik hiçbir zaman kendisini gizlemez çünkü apaçıktır. Perde gerçekliğin kendisinde değil onu reddeden gözlerdedir. Gerçeklik, her zaman ve her durumda ulaşılması mümkün olan merkezde durur. Cehalet ve yalanlar yüz çevrildiğinde hükmü düşerken, gerçekliğin hükmü kişilerden ve uydurmalardan gelmediği için görmezden gelinse de hükmü düşürülemez olandır.
Bugün penceresinden bakıldığında yapılan yargılamalara sığmayandır gerçeklik. Her ne kadar insanı direkt olarak bağlasa ve etkilese de insanî tutum ve davranış temellerinden bağımsız olan gerçeklik, olduğu gibi kabul edilmeli ve ibret alınmalıdır. Doğru ve yanlış kavramlarının çok ötesinde duran gerçeklik, olduğu haliyle kabul görmedikçe insana ve topluma yansıması gelişim adına yetersiz kalacaktır. Gerçeklik her ne hal üzerine olursa olsun kendi mevcutluğunda toprağa kök salmış ve kesilemeyen ağaç gibidir. İnsan ya inkâr eder ya da gölgesinde yaşamaya devam eder.
Yaşamın içinde insanî tecrübelerden çıkan fikirler, sözler vardır.
Yaşanmışlıkların içinde yapılanlar ve geride bıraktığı izler vardır.
Birey veya toplumu yönlendiren uygulamalar vardır.
Toplumda kabul gören bireyler vardır.
Üstüne bugünü inşa ettiğimiz dünler vardır.
İnsanî ve beşerî olmayan ilahî dokunuşlar vardır.
Olmazsa olmazlar, kesin hükümler vardır.
İşte yaşam, içerisinde yalanlar ve gerçekler barındırarak sürekli ileriye doğru akan nehir gibidir. İnsan bu nehirde nehirle birlikte ilerlerken nehrin üzerinde hiç batmadan duran gerçekliğe tutunmadıkça helâk olmaktan kurtulamayacaktır. Gerçekliğin kabul görülmesi yerine yalanların içinde kaybolmak, kendimize zalim olmaktır. Olan olduğu gibi olmuştur ve geriye kendisini bırakmıştır. O zaman bize, kalanı kabul edip doğrusunu beslemek geliştirerek ilerlemek yanlışını ders alıp geride bırakmak düşer. Bu, insan olmanın gereğidir. İnsanlık, yalanı yaşamak yerine gelişim üzerine gerçeği kabullenince oluşan değerdir.
Öyle zihinler vardır ki, kendi zanlarında besledikleri görüşlerine ve yaşam tarzlarına dayanak yaptıkları yalanları yüksek sesle haykırarak, gerçekleri inkâr ederler. Bu kısır döngüde insanlar, fikir ya da yaşam tarzı konularında seçim yapmaları gerektiğinde, kendi yalanlarını seçip vicdanlarını rahatlatmak adına gerçeği görülmez kılmaya çalışarak sadece kendilerini kandırırlar.