İnanç, bir olgunun doğruluğunu kabul etmek olarak kullanılan kavramdır.

İnsan, kendisinin, bir bilginin, bir düşüncenin, bir fikrin doğruluğunu, bilgisi ve tecrübeleri sonucunda kabul ettiğinde inanmış olur. İnanmak, yanlışı doğru kabul etmek, kanmak, dolandırılmak şeklinde de kullanılsa da özü cihetiyle bir yaratıcıya yöneltildiğinde aklen ve kalben kabul etmektir. İnanç, yanlışa yöneltilmiş olmak değil doğruyu seçmiş olmaktır. İnanç, kandırılmak olduğunda başkası tarafından yönlendirilmişken, doğruyu kabul etmek anlamında kişinin kendi bireyselliği ve seçimi devrededir. Çünkü kandırılanda gönül rızası bulunmazken seçimde kalbin hoşnutluğu vardır. Bu sebeple inanç, yaratıcıyı kabulleniş gerçekliğinde kalbin hoşnutluğunu doğuran manevi tatminlik içerir.

İnsan, yaratıcı tarafından yaratılan bir varlık olduğu için yaratanın kül, yaratılanın cüzlük içermesi, cüzün küle tâbiliğini, muhtaçlığını taşır. Yaratıcının varlığının inkârı, insan için bir seçim olsa da insan, yaratılışından gelen ve yaşam içinde baş edemediği durumlarda kendisinden daha üstün olana sığınma hissiyatını taşır. Varlık, her zaman söylendiği ve inkârı seçen aklın kabulüyle çok basitmiş gibi gelen kendiliğinden tesadüflerle oluşamayacak kadar bir değer içermektedir. En basit bir ürünün bilinçli akıl olmadan tesadüfen oluşması mümkün değilken, bu kadar karmaşık ve değerli bir şeyin kendiliğinden oluşması nasıl mümkün olur? Bu soruyu her insanın kendisine sorup cevaplaması gerekmektedir. Sırf, nefsaniyetin hoşuna gitmediği için inkâr eden aklın, oluşumun tesadüflüğüne inanırken yaratıcıyı reddetmesi, yaratıcının kurallarına uymayı kabul etmemesindendir çünkü inanç, doğruluğunu kabul ettiğine uymayı beraberinde getirir. Hasta birisinin gerekli tedaviyi gördüğünde iyileşeceğini kabul etmesi, tedaviye başlamasını gerektirir. Tedavi insanın sevdiği birçok şeyi terk etmesini içeriyorsa reddediş başlar. O zaman durum doktorun ve teşhisi sonucunda uygulayacağı tedavinin olmayışı değil olanı reddetmek olmaktadır.

İşte inanç özgür bir seçimle aklen ve kalben yaratıcıyı kabul etmek olduğunda olay sadece yaratanı kabul etmek değil kabul edilen yaratıcının bizim için bizden istediği her olguyu da kabul etmektir. Allah vardır ve Allah var olduğu için Peygamberi vardır, kitabı vardır, dini vardır ve insanın kendisi için ve toplum için huzuru koruyup birlikte güven ve refah içinde yaşamak adına gerekli kuralları ve sistemi vardır ki buna şeriat denilir. Allah’a inanmak, bildirdiği sisteme dâhil olarak kurallara dikkat ederek yaşamayı şart koşar.

İnsanın yapması gereken, inancı doğrultusunda sürdürdüğü yaşantısının inandığı Allah’ın istediği gibi olup olmadığına bakmaktır çünkü inanç o kadar güçlü bir duygudur ki doğrusu insanı kul yaparken yanlışı münafık ve şirk ehli yapabilir. İnanç sistemi kendi doğruluğunda insanı yaratıcısına yönelten ve kulu yapan sistem olmaktan daha çok uzaklaştıran, insanlıktan çıkartan bir sisteme dönüşmüşse bu inanç ilahî değil sonradan özünden uzaklaştırılmış uydurma bir sistemdir.

Anlaşılmalıdır ki insanî olmayan hiçbir şey İslamî olamaz.