Piyasa hiçbir zaman liberallerin iddia ettiği gibi bir özgürlük alanı olmadı. Büyük şirketler, ülkelerinin askeri ve siyasi destekleriyle ekonomik rekabeti salt “ekonomik” olmaktan çıkartarak, kanla yazılmış bir kapital tarihi vücuda getirdiler. Bu nedenle ekonomi, liberallerin amentüsü olan “rasyonal bekleyişler teorisi”nin iddialarından ziyade ekonomik rasyonaliteyi bizzat engelleyen müdahaleler tarihi haline geldi. Evet, kapitalizm bir “pazar ekonomisine” dayanır ancak pazarın “serbest” olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Gerçek manada “serbest pazar”ı savunan Adam Smith’in “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” çıkışı, kapitalizmin sadece ekonomiyle açıklanamayacak dünyasına bir itirazdı. Çünkü piyasa hiçbir zaman Smith’in arzuladığı biçimde rasyonel ve özgür olarak işlemedi, tam aksine arkalarına devletlerinin gücünü alan sermaye grupları tekelleştiler, piyasayı boğdular ve her büyüyen kriz döneminde yine siyasal iktidarlarla uyumlu bir biçimde savaşı davet ettiler. Bu realiteyi gören başta Marx olmak üzere kimi düşünürler “ekonomi-politik”i anahtar bir kavram olarak kullanmaya başladılar. Gerçekten de kapitalist dünyada salt politik ve salt ekonomik bir işleyiş söz konusu değildir.
D. Trump, işadamı ve politikacı vasıflarını şahsında toplayan bir kişi. Ekonomik çıkarları elde ederken, askeri ve siyasi gücünü her türlü şantaj aracına dönüştürerek adeta mafya patronu gibi ülkelere çökmekte. Son Ortadoğu gezisinde, Körfez Arap ülkelerini adeta soydu. İran ile gerginliği o kadar yükseltti ki, İran’a yönelik İsrail ile ortak bir ABD saldırısının, Körfezdeki tüm petrol rafinelerini İran’ın hedefi haline getireceğinden ödü kopan Emirler, savaşı durdurmak için para musluğunu sonuna kadar açtı. Savaş elbette ABD’nin silah sanayisini memnun ederdi ama Trump, Emirlere o kadar büyük silah satışı gerçekleştirdi ki, onların da gönlünü aldı. Ayrıca ABD’de üretimi arttırmak ve işsizliği azaltmak için Arap sermayesinden büyük yatırım sözü aldı.
Trump, Suriye’nin İsrail için güvenli bir alan olmasını garantiledikten sonra, Amerikan şirketlerine Türk ve Katar şirketlerini de eklemleyerek Suriye’nin yeniden inşasına başlama kararı aldı. HTŞ’nin Esad’ı devirmesi ABD seçimlerine denk getirilmiş, böylece İngiltere, Katar ve Türkiye’yi yanına alarak operasyonu tamamlamıştı. Şimdi ise Trump Amerikası ağırlığını koydu ve Suriye’deki yeni durumu belirledi. Türkiye son dönemde tercihini net bir şekilde Trump’tan yana belirledi. Bunun karşılığı olarak Trump, İsrail’e şimdilik durması ve elde edilen kazanımları pekiştirmesi için baskı yapmaya başladı. İngiltere’nin Ortadoğu’daki en önemli partnerleri Türkiye ve Katar’ın Trump ile yola devam kararı, bölgede Pax-Britannica beklentilerinin yerini Pax-Americana ‘ya bırakmasına neden oldu. Pax-Britannica, Ortadoğu’nun petrol ve gaz sevkiyatının İngiltere önderliğinde sorunsuz sürdürülmesine dayanıyordu. Pax Americana ise Çin’in bölgedeki etkisinin kırılması temelinde, ABD’nin Körfez’den büyük bir artık çekmesi ile Suriye ve Gazze’yi baştan inşa etme karşılığı kendisi de bir inşaatçı olan Trump’ın ekonomi politikasına hizmet etmek üzerine kurgulandı. Bir başka deyişle Trump, Amerika’nın askeri gücüne dayanarak, tam bir işadamı ruhuyla bölgeye barışı yüksek bir meblağa satmış oldu.
Şimdi Trump “barış”ı Ukrayna pazarında satışa çıkardı. Karşılığında Ukrayna’nın nadir elementleri başta olmak üzere madenlerine çökmek, yıkılan kentleri imar etmek ve Çin’e Karadeniz yolunu kapatmak istiyor. Rusya ve Çin’in stratejik ittifakını bozmak da bir diğer amacı. İngiltere, Fransa ve Almanya ise bütün güçleriyle savaş kartına yatırım yapmaya devam ediyor. Türkiye, Rusya ile Ukrayna Savaşı uzadıkça, Avrupa’nın baskısına daha fazla maruz kalmak istemiyor ve ABD ile birlikte barış cephesinde yer alıyor. Böylece Türkiye, Kuzey’den Güney’e ABD ile politikalarını ortaklaştırmış oldu. İngiltere çabuk tepki vermekten kaçınan usta bir oyuncu olarak, hamle yapacağı zamanı bekliyor fakat Türkiye içinde İngiltere’ye yakın kişiler hedefte. Mehmet Şimşek hakkında hükümete yakın gazetelerde çıkan haberler, ekonomideki kötü gidişatın kabulü kadar Türkiye’nin yeni uluslararası konumlanmasının da bir yansıması olarak görülebilir.
Kuzey ve güneyimizde barışın nasıl satışa çıkarıldığını örnekleriyle görebiliyoruz. Türkiye de yeni bir barış sürecinden geçiyor. İnsan “barış”ın bu kadar satışa çıkarılan bir şey haline geldiği bir ortamda ister istemez şu soruyla meşgul oluyor: Acaba bizde de barışın bir bedeli olacak mı? Kimileri yeni Anayasa, kimileri DEM’in de desteğiyle Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesi diyebilir, bilemiyorum. Fakat gerçekte, barışların bedeli savaşlarda akan kan ile ödenir ki burada şahsi menfaatlerin adının anılması bile toplumsal morali bozar. Türkiye’de gerçek bir barış, halkın yurtseverlikte ortaklaşacağı bir mücadelenin ürünü olarak ortaya çıktığında anlamlı olacak, gönülleri birbirine bağlayacaktır. Türkiye çok acılar çekti, bunun son bulması hepimizin ümidi. Fakat “barış” piyasada bir meta halini alırsa, başkaları da savaşı piyasada arz etmekten çekinmeyecektir. Bu nedenle konu bir ülkedeki yurttaşların birliği ve ülkenin bütünlüğü olduğunda “pazarlık”tan ziyade, “irade”nin vurgulanması önemlidir. Unutmamak lazım, Yahudiler iyi tüccardır ve İsrail, Kürtler söz konusu olduğunda pazarda el yükseltmekten çekinmeyecektir. Türk devleti, bir arada yaşama iradesini kurucu yasa (Anayasa)ile inşa edecekse, bu bir pazarlığın değil, toplumsal iradenin tecessümü ile olmalıdır.