Son iki yıldır bölgede en yıpranan ülke İran oldu. HAMAS’ın düzenlediği “Aksa Tufanı Operasyonu”ndan önceden haberdar edilmemiş olmasına rağmen, Gazze’nin savunulması için herkes yüzünü İran’a döndü. İran’ın bölgedeki kudretli eli Hizbullah’ın Şehit Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Filistin’i savunacaklarını vurgulamakla birlikte HAMAS’a karşı tepkiliydi. Büyük sonuçları olacak böyle bir saldırıyı İran ve Hizbullah ile koordine etmeden, kendi başlarına kararlaştırmışlardı.
Aradan geçen iki yıl içinde Gazze yerle bir oldu, Filistin halkı 21. Yüzyılın en büyük utancı olarak anılacak İsrail soykırımına maruz kalıyor. HAMAS’ın tüm büyük liderleri şehit edildi. Hizbullah, telsizlerine yönelik saldırıdan sonra kendisini toparlayamadı. Kolay değil, yıllarca sürecek savaşta verebileceği kaybı, İsrail’in bastığı bir düğmeyle verdi. Oysaki savaşta, kayıpların yeri yeni kadrolarla doldurulabilirdi. Bu saldırı nicelik olarak telafi edilemeyeceği gibi, psikolojik olarak da büyük bir yıkımdı. Saldırının ardından beli bükülmüş olan Nasrallah’ın şehadeti, bütün bir direniş ekseninin süngüsünü düşürdü. Kısa süre sonra ise Suriye’de HTŞ’nin kontrolü ele alması, İran’ın bölgeden sürülmesi anlamına geliyordu. Lübnan ve Suriye’de eli oldukça rahatlayan İsrail, artık doğrudan İran’ı hedef alabilirdi. İran ise uzun yıllar büyük yatırım yaptığı direniş ekseninin çözülmesiyle birlikte, maddi ve manevi olarak telafi çok zor bir kayıp yaşadı. Yemen üzerinden yapılan saldırılarla İsrail’i, İran topraklarından uzak tutmaya çalıştı ama bu yükün altından Yemen’in tek başına kalkması mümkün olamazdı.
Trump, bir süre önce düzenlediği Arap ülkeleri turunda, İran’ı vurmama karşılığında büyük bir rüşvet toplamıştı. Nitekim bu geziden sonra İsrail’e sesini yükseltmeye başladı. Hemen ardından ise Los Angeles başta olmak üzere tüm ABD’ye yayılan ve adeta bir iç savaş hazırlığı olarak değerlendirilebilecek isyan dalgasıyla yüzleşti. Trump, ABD içinde “Küreselciler”in bu atağına karşı, daha önce devlet kurumlarından tasfiye etmeye çalıştığı Neo-Con’lara teslim oldu. İsrail’in saldırısı, hiç şüphe yok ki ABD istihbaratı ve ordusundaki Neo-Con ekibin desteği olmadan yapılamazdı. Denize düşen Trump, yılana sarıldı. Böylece ona gücünün sınırlarını da öğretmiş oldular. Bundan sonra Trump’ın dış politikada Neo-Con ekibin kontrolü dışında hareket etme şansı çok azaldı.
İran, hiç şüphe yok ki İslam Devrimi’nden bu yana en zor zamanlarını geçiriyor. Yukarıda vurgulamaya çalıştığımız bölgesel gelişmelerin dışında, on yıllardır çok ağır bir ambargoyla baş etmeye çalışan İran, ülkenin üst ve orta gelir gruplarını tatmin edecek bir tüketim dünyası kuramadı. Rejimin, ağır baskılar karşısında, yoğun dinsel-ideolojik söylemle gücünü konsolide etme çabası, bu kesimlerle olan bağını tamamen kopardı. Bugün İran’ın neredeyse yarısı, İslam’dan kopmuş ve rejimden nefret ediyor. Özgürlüğü sadece Batılı yaşam tarzı ve tüketim kültürü olarak gören bu kesim, kendi ülkesine tamamen yabancılaşmış durumda. Bugün İran’da yabancı istihbarat örgütlerinin bu kadar rahat hareket etmesi, ülke nüfusunun yarısının “ihanet” diye bir sorunu olmamasından kaynaklanıyor. Maalesef İran’da önemli bir kesim, ülkesi işgal edilse buna destek olmak için elinden geleni yapacak durumda. Nitekim bu sosyolojiyi bilen İsrail ve ABD, ülke içinde bir ayaklanmayla rejimin düşmesi için pusuda bekliyor. İran’a yönelik askeri müdahalelerin, rejim karşıtı muhalefeti harekete geçireceğini düşünüyorlar fakat bu sefer zamanlama olarak hata yaptıklarını düşünüyorum.
Bu akşam, Hz. Muhammed’in Veda Haccı sonrası Gadir Hum mevkiinde Hz. Ali’nin kendisinden sonra dini lider olduğunu ilan ettiği Gadir Bayramı (Halifelik ile karıştırılmasın, o siyasi bir kurumdur. Hz. Ali ise sahib-i velâyet olarak bütün Müslümanların İmamı’dır) kutlanacak. Bu nedenle İran halkının en azından yarısının rejime destek için konsolide olabileceği özel bir gün. İran halkının yarısı disiplinli bir şekilde rejime olan bağlılığını ortaya koyduğunda, muhalif kesimin bir ayaklanma tertiplemesi oldukça zorlaşır. Üstelik on üç gün sonra Muharrem ayı başlıyor ki, İran’da Müslümanların en hassas olduğu dönemdir. Özellikle 10 Muharrem’de Hz. Huseyn’in zulme karşı ortaya koyduğu azamet, İran’da direniş duygularını en yükseğe çıkarır. Eğer İsrail ve İran arasındaki çatışma Muharrem ayına kadar uzarsa, İran halkı ve rejimi bir bütün olarak direnişe katılacaktır. Bu duygu birliğine şüphesiz Ortadoğu’da başta Şiiler olmak üzere, Aleviler ve tasavvufi akımlar da eklenecektir. Böylece İran, büyük darbeler alsa bile moral üstünlüğü ele geçirebilecektir.
İran, tarihinin en zor dönemini yaşıyor ve iki yıl öncesine göre çok daha zayıf. Fakat kimi televizyon yorumcularının bahsettiği gibi perişan bir halde değil. Eğer olur da bir kara savaşı başlarsa, direniş ekseninin bütün hücreleri yeniden harekete geçecektir. Irak’ın işgali burada önemli bir derstir, büyük güç dengesizliğine rağmen savaş topyekûn olarak bir halkın direnişine dönüşür ve teo-politik olarak desteklenirse orta vadede işgalcilerin başarı sağlaması mümkün olmaz.
İran bu dönemde gerek dini gerek milli duyguları ayakta tutarak, halkın desteğini alırsa şüphesiz direnebilecektir. Ülkedeki Güney Azerbaycan Türklerinin tavrı da oldukça mühimdir. Azerbaycan’ın İsrail ile sürdürdüğü “mükemmel” ilişkiler, İran açısından sürekli bir tehdit oluşturuyor. Türkiye, Azerbaycan üzerinden İran’a yönelik herhangi bir provokasyonu önlemek için dikkatli olmak ve ağırlığını koymak zorundadır.
Savaşın Türkiye’yi ilgilendiren kısmına gelirsek, hiç lafı uzatmadan kitabın ortasından konuşalım. Devlet Bahçeli’nin saptaması doğrudur, asıl hedef Türkiye’dir ve İran’ın vurulmasının, önümüzdeki günlerde, Suriye’nin kuzeyinde YPG’nin siyasal bir yapı tesis etmeye yönelik çabasında ne kadar önemli bir etkiye neden olduğunu gösterecektir. Net olalım, İran’ın güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir. Kimse İran’ın rejimini bahane ederek İsrail saldırganlığını aklayamaz veya tarafsızım diyemez. İran’dan yana taraf olmayan her tutum objektif olarak İsrail yandaşlığıdır. Bu nedenle Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını savunan her güç, İsrail saldırganlığına karşı “amasız, fakatsız” bölge ülkelerinin yanında olmalıdır.
Bu durumda esas sorunlardan biri şu; Türkiye en üst düzeyse İsrail’in tehdidini saptıyor fakat her seferinde “şiddetle kınamaktan” öteye gitmiyor. Oysa Türkiye’nin, en azından, Kürecik Radar Üssü’nün, ABD başta olmak üzere İsrail’in müttefiklerine bilgi akışını kesmesi için daha ne olması gerekiyor? Unutmamak gerek, Hindistan’ın Pakistan’a, İsrail’in İran’a saldırdığı bu dönemde, her iki ülkenin ABD’nin desteği ile Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı oluşturduğu ittifak son derece ciddi bir tehdittir. Pakistan, İran ve Türkiye bugün aynı saldırganlığın muhatabıdır. Trump’ın gelişi ile Türkiye’yi ABD’nin dümen suyuna sokmak için canhıraş vazifeye atılan iktidarın içinde ve yanında kümelenmiş kesimlere soruyorum, Türkiye’nin yüz yüze geldiği tehditlerin Trump’a güvenerek aşılamayacağı, İsrail’in İran saldırısı ile ortaya çıkmadı mı? Türkiye; küresel, bölgesel ve ulusal sorunların bağını kuran, milli ve gerçekçi bir dış siyaseti şimdi değilse ne zaman hayata geçirecek, “Basra harap olduktan sonra” mı?
Kardeş İran halkına ve devletine baş sağlığı diliyor, dayanışma duygularımı arz ediyorum. İran’ın, Filistin’in, Lübnan’ın şehitleri bizim şehitlerimizdir, mücadeleleri bizim de nam ve hesabımızadır. Allah selametini tüm mazlumların üzerine kılsın, zalimler kahr-u perişan olsun.