İktidarın “Terörsüz Türkiye”, Öcalan’ın ise “Demokratik Entegrasyon” adını verdiği süreçte üç isim öne çıktı: Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan ve Doğu Perinçek.
Devlet Bahçeli, ABD Büyükelçisi Thomas Barrack’ın çizdiği hatla oldukça uyumlu açıklamalara devam etti. Bu hat, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Küçük Osmanlılaşma”sıdır. 1947 sonrası, “Küçük Amerika” olma hedefiyle başlayan süreç nihayetinde “Küçük Osmanlı”ya evrildi. Soğuk Savaş döneminde Türkiye’ye biçilen rol, NATO’nun güneydoğu kanadının savunulması ve Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesinde ortaklıktı. Türkiye, gerek ittifakın yasal bağımlılıkları, gerekse de Gladio gibi derin yapılar üzerinden tam bağımsızlığını yitirse de o günün koşullarında üniter yapıda bir ulus-devlet olarak yaşamasına Batı’nın desteği vardı. 1991 sonrası Türkiye aslında “ulus-devlet olarak Batı’nın bir parçası olma” konumundan dışlandı. Bu süreçte Batı, Türkiye’nin diğer örneklerde olduğu gibi parçalanarak yutulamayacak kadar dirençli olduğunu anladı. Türkiye belki küresel manada oyun kurucu değildi ama seçenekleriyle oyun bozabilirdi, üstelik bölgesel bir güçtü. Nihayet Türkiye’yi parçalayıp küçültemeyenler, onu büyüterek parçalamayı seçmiş görünüyor. “Küçük Osmanlı” havucunu en azından ben böyle yorumluyorum.
Devlet Bahçeli kadar tutarlı bir diğer kişi Abdullah Öcalan’dı. PKK’nın açıklamaları da Öcalan’ın çizdiği perspektiften sapmadı. Özetlersek; Öcalan ve Cemil Bayık’ın açıklamalarına göre ulus-devlet bir çözümsüzlüktü, Lozan artık geçersiz kılınmalıydı, “demokratik entegrasyon” kimliklerin anayasal tanıma kavuşması ve böylelikle temsilin milli egemenlik üzerinden değil kimlik üzerinden temellendirilmesi anlamına geliyordu. Bu da zorunlu olarak yerinden yönetimin radikalleşmesi, Öcalan’ın deyimiyle “demokratik konfederalizm”di. PKK mağlup olmamıştı, hatta ilk hedeflerine ulaşmıştı. Ama reel sosyalizmin çöküşü, yani ulus-devlet ölçeğinde proletarya diktatörlüğünün inşasının olanaksızlığıyla, Öcalan; PKK’nın Kürtlerin ulus-devlet üzerinden siyasal örgütlenmesini manalı bulmuyordu. Demokratik Konfederalizm ve kimlik esasına dayalı merkezi temsil yeterliydi.
Esas ilginç olan Doğu Perinçek’in tavrıydı. Bahçeli’nin ilk çağrısına karşı partisinin üyelerine protesto yürüyüşleri yaptırmıştı. Öcalan’ın açıklamasından sonra ise ibre tersine döndü. O günden itibaren Perinçek ve Aydınlık öyle bir “Önder Öcalan” portresi çiziyor ki, insan daha düne kadar “ABD’nin kara gücü” olan PKK’nın liderinin bir anda ulusal kurtuluş savaşçısı ve milli demokratik devrimin tamamlanmasında öncü güçlerden biri haline gelmesine şaşırıyor. Elbette dün dündür bugün bugün ama Öcalan’ın yukarıda özetlediğimiz düşünceleri, onun çok da farklı bir yerde durmadığını gösteriyor.
Öcalan, ilk açıklamasında “devlet ve toplumla birleşmek” dedi. Perinçek, bütün parti toplantılarında ve medyada bu sözü “devlet ve Türk milleti ile birleşmek” olarak sundu. Oysaki iki söz arasında çok ama çok büyük fark var. İşin ilginci Perinçek, Rudaw TV’de katıldığı söyleşide, “Türk milleti ile birleşmek” demedi, sözün doğrusunu söyledi.
Öcalan, “demokratik entegrasyon” adını verdiği “devlet ve toplumla” birleşmenin ne olduğunu yukarıda verdiğimiz özetle açıkladı. Burada artık Türk milleti yoktur, Türk sıradan bir etnik kimliktir. Bütün kimlikler anayasada kurucu unsur olarak yazılacak, temsiliyet ve yönetim, kimlik ve bölge esasına göre temellendirilecektir. Evet, bu da bir toplum ve devletle birleşme pratiğidir, ama birleşilen devlet, ulus-devlet değil, birleşilen millet Türk milleti değildir. ABD Büyükelçisinin belirttiği gibi, entegrasyon “Neo Osmanlı Millet Sistemi” üzerinedir.
Türkiye’de “Küçük Osmanlı” sürecine direnecek en sert halkayı milliyetçiler ve onların daha seküler kesimini tanımlamak için kullanılan “ulusalcılar” oluşturuyordu. İlk açılım sürecinde Ülkücü ve TGB’li gençlerin gayreti akıllardadır. Bahçeli üzerinden milliyetçi, Perinçek üzerinden ulusalcı kesimler yeni sürece karşı işlevsizleştirilmeye çalışıldı. En azından Bahçeli “Küçük Osmanlı” sürecini açıkça üstlendi, Perinçek ise apaçık çarpıttı.
Türkiye’nin “Küçük Amerika” olma sürecinde rol oynamış bu iki siyasetçi şimdi de “Küçük Osmanlı” hayalinin mümessilleri oldular. Yanlarına da Öcalan’ı aldılar. Tayyip Erdoğan’ı ayrı tutuyoruz, çünkü O en başından beri müesses nizamın karşısına konumlanarak yeni bir ülke ve nizam tesis etmeye çalıştı. Peki, Bahçeli ve Perinçek niçin böyle bir vazife yüklendi? Bu da bir sonraki yazının konusu olsun.