Abdullah Öcalan’ın TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu tarafından ziyaret edilmesi kararı bir süredir oluşan siyasi tablonun ana aktörler açısından netleşmesini sağladı. TİP, EMEP, Yeni Yol gibi aktörler süreç içinde farklı mecralara yönelebilir. Bu konuya tekrar döneceğiz.
Öncelikle şunu belirtmem lazım ki Devlet Bahçeli’nin, İmralı’ya gitme çağrısı, Öcalan ile devlet arasında görüş birliğine varıldığı ve bir planın hazırlandığını göstermektedir. Eğer süreç içinde hâlâ belirsizlikler söz konusu olsaydı siyasetçilerin bu ziyaretin riskini yüklenmesi mümkün olmazdı. İlk açılım süreci iktidara büyük oy kaybettirmiş ve Haziran 2015 seçimleri bir hükümet çıkaramamıştı. İmralı ziyareti gibi radikal bir adım, o günün şartlarında bile konuşulmamıştı üstelik. Eğer şimdiki süreç, İmralı ziyaretine rağmen akamete uğrarsa, iktidar bloğu açısından yıkıcı bir etkisi olur. “Öcalan’ın ayağına kadar gittiniz de ne oldu?” sorusuna kimse yanıt veremez. Bu açıdan Öcalan ile devletin, plan üzerinde tamamen anlaştığı ve geri dönüş olmayacağına yönelik tüm muhatapların net olduğu söylenebilir.
Burada dikkat çekici olan husus Komisyon’un Öcalan ile görüşmesi değildir. Eğer Komisyon isteseydi SEGBİS sistemi üzerinden, Ankara’da bulunan herhangi bir cezaevinde, video konferans yoluyla Öcalan ile görüşebilirdi. Böylelikle ne TBMM’yi temsilen Öcalan’a gidilirdi ne de Öcalan Meclis’e gelsin denebilirdi. Görüşme, Meclis dışında ama tarafların kendi bulundukları yerden ayrılmamasıyla mümkün olur, böylelikle siyasal sorumluluk bu derece artmazdı. Fakat Devlet Bahçeli bu çağrısıyla bir taşla iki kuş vurmayı hedefledi. Birincisi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iktidar bloku tarafından tekrar kazanılabilmesini sağlayacak yeni bir hizalanmanın bu olay üzerinden pekiştirilmesi, ikinci olarak ise Öcalan’ın yeni bir statü üzerinden “makbul yurttaş” olarak yeniden kimliklendirilmesidir.
Mecliste ziyarete ilişkin yapılan oylama, Cumhur İttifakı’nın yanına DEM Parti’nin de eklemlenmesini garantilemiştir. Netameli yürüyen CHP-DEM Parti ilişkisinin artık koptuğu söylenebilir. Nitekim CHP’nin kararı, bu meselenin çözümüne ilişkin bir tavırdan ziyade, DEM Parti’nin yeni ittifak konumlanmasının artık değiştirilemeyecek biçimde pekişmesi ve Öcalan ile bütün konularda anlaşmaya varıldığının bilincinde olunmasıyla ilgilidir. CHP olumlu oy kullansaydı bile Öcalan ile varılan uzlaşı sonrasında DEM Parti’nin yeni siyasal konumunu değiştiremeyeceğini gördü. Bu durumda, olumlu oy vermenin kendi seçmen tabanında yaratacağı tepkiyi üstlenmesi için bir gereklilik duymadı. Ayrıca, dağınık görünen milliyetçi seçmenin oy verebileceği bir parti olma vasfını sürdürmek istedi. Şimdilik DEM Parti ile hareket eden küçük sol partilerin, Erdoğan karşıtlıkları üzerinden İktidar Bloku ve Dem Parti ittifakı içinde daha fazla kalamayıp, CHP’nin yanında konumlanmak zorunda kalacaklarını da düşünmüş olmalılar.
Bahçeli’nin bu görüşmeden murat ettiği ikinci neticenin “Öcalan” profilini yeniden kurgulamak olduğunu söyledim. Hatırlanacak olursa, ilk açılım sürecinde HDP’lilerin “Sayın Öcalan” sözü bile rahatsızlık yaratırdı. Oysaki Devlet Bahçeli Öcalan’ı evvela “kurucu önder” olarak zikretti, sonra da TBMM’nin İmralı’ya gidip kendisini ziyaret etmesini sağlıyor. Böylelikle Öcalan, önümüzdeki dönem Türk siyasi hayatında, “Ada’da bir bilen ve yönlendiren” olarak yeniden tanımlanacak. Elbette bu durum, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihini yeniden yorumlamak zorunda kalacağı bir anlatıyı da peşinden getirecektir. Eğer yeni Anayasa, Türk yurttaşlığı kavramı başta olmak üzere, devletin vasfı ve ulusun kimliği konularında bir değişlik getirecekse, buna uygun olarak tarihin de yeniden yazılması gerekecektir. Sonuç iktidar blokunun istediği gibi neticelenirse elbette…