Alevilik üzerine biri geniş birisi dar iki tanım yapılabilir. Şahsen geniş tanımı kabul edenlerdenim. Buna göre, varlığın hakikatinin Ehl-i Beyt olduğunu kabul eden, Hz. Muhammed’den sonra dini otoritenin (sahib-i velâyet) 12 İmam Hazerâtı’na ait olduğunu ve 12. İmam Mehdi Aleyhisselam’ın gaybubetiyle velâyet sırrının Muhammed-Ali’nin hakikatiyle bütünleşen velilerle devam ettiğine inanan batınî anlayış-inanca Alevilik denir. Ülkemizde Alevi dendiğinde ise umumiyetle Bektaşîlik’in “dedegân kolu”na mensup, “saz Alevileri” olarak da bilinen, daha ziyade kırsal kökenli, her bir grubun başında “dede” denilen bir ulu kişi ve hepsinin üstünde de Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlatlık çocuklarının soyundan, Hacı Bektaş’taki âsitanede (merkez dergâh) postnişîn makamında bulunan kişiye bağlı olanlar anlaşılır.
Geniş tanım üzerinden bakıldığında ülkemizde Bektaşîler (Babagân ve Dedegân kolu) başta olmak üzere bütün tasavvufi ekollerde Alevi kollar bulunmaktadır. Sünniliğin devletin resmi inancı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda “Alevi” inancını gizlemek için kendilerine bizzat Alevi demeyen ya da surette Sünni gözüken birçok tarikat de mevcuttur. Bu açıdan “kadim tekkeler”in çoğunluğu Alevi inancının taşıyıcıları olmuştur. Yalnız, 12 İmam’ı kabul etmesine rağmen Şii mezhebine mensup olup, batınî yorumu kabul etmeyenlere Alevi denmez. Bugün İran’a hâkim Şiiliğin Usulî anlayışını benimsemiş kimseler içinde tasavvuf neşesine sahip kimseler de olmakla birlikte ezici çoğunluğu sadece dinin zahirî yorumunu benimsemiştir. Bu inanca göre 12. İmam Hz. Mehdi’nin halen dünya hayatında yaşadığı kabul edildiğinden, velilik ve dolayısıyla onların batınî yorumları kabul görmez.
Türkiye’nin bütün bölgelerinde “Dedegan Bektaşileri” bulunmakla birlikte, çoğunlukla Sivas, Tunceli, Maraş, Erzincan gibi Doğu Anadolu’da mukim kimseler bu grubu oluşturmuştur. İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlere yoğun göçün başlamasından sonra büyük bir Dedegân Bektaşî nüfus buralara yerleşmiştir. Birlikte yaşanan mahalleler, bu mahallelerdeki Cemevleri ve Alevi-Bektaşi kültürünü yaşatmayı amaç edinen dernekler aracılığıyla bir inanç grubu olarak büyük kentlerde varlıklarını sürdürmektedirler.
Dedegân Alevilerinden farklı olarak bir de Balım Sultan (d.t. 1457) tarafından erkânı belirlenmiş, daha ziyade İstanbul ve Balkanlar’da yayılmış, Yeniçerilerin de dâhil olduğu Bektaşîlik’in Babagân kolu mevcuttur. Bu kolun en yüksek otoritesine Dedebaba denir. Mehmed Ali Dedebaba, Yusuf Fahir Baba, Neyzen Tevfik başta olmak üzere, edebiyat ve sanat hayatında öne çıkmış birçok meşhur kişi bu kola mensuptur. Türkiye’de maalesef Babagân Bektaşilerin sayısı günümüzde çok azdır. Bilhassa II. Mahmud Dönemiyle birlikte ve 1925’te Tekkelerin ilgasından sonra Babagân Bektaşîlik’i birçok kadim yol gibi dışa kapalı, çok dar zümrelerde yaşayabildi. Günümüzde Balkanlar, bu kolun mensuplarının en yoğun olduğu bölgedir.
Cumhuriyet döneminde resmi politikaların dışladığı ve baskı altına aldığı Aleviler, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’yi destekledi. Fakat DP’nin Nurcular başta olmak üzere Nakşi-Sünni akımlara olan desteği ve bu yöndeki uygulamaları Alevileri, en azından laikliği savunduğu için ehven-i şer olarak tekrar CHP’ye yöneltti. 1966’da Birlik Partisi, laik ve sol siyasal çizgide Alevilerin temsil edildiği bir parti olma iddiasıyla yola çıktı. Siyasal hayatımızda çok iz bırakmasa da 1969 seçimlerinde TİP’ten daha yüksel oy aldı (%2,80 ile 8 vekil çıkardı, TİP 2,68 ile bu seçimde aldığı oyla sosyalist partiler içindeki zirveyi temsil ediyor). 1970’li yıllarda taşra kökenli gençlerin üniversitelerde ve bölgelerinde radikalizme yönelmeleri Alevi gençleri sol örgütler ile buluşturdu. Maraş ve Çorum katliamlarında Aleviler, sadece Sünni olmadıkları için değil, aynı zamanda sosyalist örgütlerle olan bağları nedeniyle de Ülkücülerin saldırısına uğradılar. 1980’den sonra SHP-CHP’ye olan desteğini sürdüren Aleviler için 1990’lı yıllarda yeni bir perde açıldı.
Bu dönemde siyasal alandaki mücadelenin sınıf merkezli olmaktan çıkıp, kimliklerin belirleyici olduğu, özellikle solun politik-kültüralizm ile sınırlanmış bir siyasal alana çekilmeyi kabul ettiği koşullarda, siyasal bir özne olarak Alevilik yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Alevilik tüm tarihsel kaynakların çarpıtılmasıyla İslam dışı bir inanç olarak sunulmaya çalışıldı. Kentleşmenin ve sol örgütlerle olan bağların neticesi olarak güçlenen la-dini ve seküler eğilimler ile bu anlayış buluştu. Böylece Alevilik, bir inançtan ziyade bir etnik kimlik gibi sunulmaya başlandı. “Dini yok mezhebi var” bir görüntüden “Ali’siz Alevilik” gibi bir oksimorona sürüklenen bu kesim için Alevilik, siyasal ve ekonomik sermaye sağlayan bir kimlik ve çıkar dayanışmasına evrildi. Aleviliğin inanç merkezli bir kimlik olarak siyasette temsilini arzu eden ve politik-kültüralizm rüzgârına kapılan ilk hareket 1996’da ünlü Alevi kökenli iş adamı Ali Haydar Veziroğlu’nun kurduğu Barış Partisi oldu. Aleviliği bir inançtan ziyade etnik kimlik olarak görenlerin bir kısmı ise bugün DEM Parti olarak anılan Kürt siyasal hareketinin temsilciliği iddiasındaki oluşum içinde yer almaya başladı. Kürt Aleviliği gibi Alevi inancında asla yeri olmayan sıfatların Alevi sözcüğünün önüne getirilmesiyle türeyen etnik tanımların müdafileri başta Tunceli’de olmak üzere DEM Parti’nin siyasal yörüngesine girdiler. CHP’de 1990’lı ve 2000’li yıllarda daha geleneksel Aleviler yoğunlaşmakla birlikte, Avrupa desteğiyle fonlanan bu yeni Alevilik tanımlarından etkilenenler de oldu. Fakat esas kırılma Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010’da CHP Genel Başkanı seçilmesiyle gerçekleşti.
Kılıçdaroğlu’nun seçildiği Kongre’nin coşkusu ve adeta yaşanan izdiham gözümün önünde. CHP’de neredeyse hiç kimse “ama Kılıçdaroğlu Alevi” diye bir itirazda bulunmadı. Bugün Orhan Sarıbal’ın suçladığı kesimlerin başında gelen ulusalcılar bile Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinde başroldeydi. Deniz Baykal yerine Kemal Bey’i öne süren isimlerin başında, dönemin Genel Sekreteri Önder Sav ile CHP Bursa İl Başkanı Gürhan Akdoğan gelmekteydi. Bu açıdan CHP’de Alevilere karşı düşmanca davrananlar var demek, hele Kerbelâ Vakası gibi bugün Parti içinde yaşananlarla hiçbir ilgisi olmayan olaylardan bahsetmek çok büyük haksızlık.
Kemal Bey’in Genel Başkan seçilmesinden sonra CHP’ye birçok Alevi inancına mensup yurttaşımız üye oldu. Bu da son derece doğaldı. İlk kez Cumhuriyet’in ana akım partilerinden birinde Alevi bir yurttaşımız Genel Başkan olmuştu. Bunda yadırganacak, şüphe duyulacak herhangi bir durum yok. Fakat CHP’deki üye yapısının dönüşümü, kongre ve ön seçimlerde belirli tepkilerin doğmasına neden oldu. Buradaki temel problem, bilhassa Partiye 2010’dan sonra katılanların kimlik aidiyeti üzerinden hareket etmeleriydi. Aleviler büyük kentlerde çoğunlukla aynı ilçe ve semtlerde yaşamakta olduklarından delege seçimlerinde etkili oldular. Önseçimlerde ise blok olarak adaylar desteklediler. Böylece Türk siyasetini zehirleyen kimlikçilik, CHP’ye de sirayet etti. Ülkenin ve kentlerin demografik özelliklerini çok aşan bir temsiliyet, kimlikçi kolektif hareket üzerinden kazanılmış oldu. Üstelik bu kesim sadece seçimlerde blok olarak hareket etmedi, her ne pahasına olursa olsun Kılıçdaroğlu’nu destekledi, adeta toz kondurmadı. Kılıçdaroğlu’nu bir siyasetçinin takipçileri değil de, kutsal bir şahsın bendeleri gibi savundular. Genel Başkanı’na “dedem” diye hitap edenler olduğu gibi “Piro” kelimesini de ürettiler. Oysaki laik bir partide bu hitapların var olması son derece yanlıştı. Ayrıca, Alevilerin “Pir”leri vardır ama bu makamda bulunmayan bir kimseye “Pir” denmesinin Alevilikte ne büyük ayıp olduğunu bir kenara yazalım ve “Pir”in de “kimlikçilik” üzerinden “Piro”ya, Tuncelilik-Kürtlük-Alevilik bağı icadıyla dönüştürüldüğünü belirtelim. Bu tutumlar karşısında, CHP’de siyasal mücadele ve tartışma alanı çok daraldı. Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek kutsala saygısızlık gibi addedilir oldu. Nihayet bu etki büyük bir tepki de doğurabilirdi ama CHP üyeleri çok nadir rastlanacak düzeyde olgunlukla kimliğe karşı kimlik siyasetini gütmedi. Bugün Parti içindeki Alevi inancına mensup birçok üye, mevcut yönetime, yaşanan olaylar karşısında desteğini sunabiliyorsa, CHP üyelerinin bu olgunluğu son derece önemli bir rol oynadı. Özgür Özel Genel Başkanlığı’nda girilen yerel seçimlerdeki adaylara ve Parti Meclisi listelerine bakılırsa, Partide Alevilere yönelik bırakalım nefreti, ayrımcılığı; en ufak olumsuz bir tavrın bile söz konusu olmadığı açıktır.
CHP laiklik ilkesine bağlı bir parti olarak inanç farklılıklarına kördür. İnanç hürriyetini savunur ve herkesin inancını özgürce yaşayabileceği güvenlik ortamının devlet tarafından tesisinden yanadır. Böyle bir partide, dinsel ve etnik kimliklerin Parti içi mücadelelerde söz konusu ediliyor olması bile CHP’nin laiklik ve yurttaşlık anlayışına ters düşer.
Alevilik ise tarihte siyaset ile bağını en zayıf tutmuş inançtır. Bu yüzden “Alevilik ve Aleviler” diyerek siyasal bir tartışma başlatmak, Alevi inancının temel kodlarına da uymaz. Bu kodları, tarihsel süreç içinde, bir sonraki yazıda tartışmaya çalışacağım.