“Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” diye başlayan cümleleri siyasetçilerin ağzından, özellikle de iktidar mensuplarından kendimi bildim bileli duyarım. Ancak son zamanlarda aynı anlama gelecek şekilde başka cümleleri daha sık duyar olduk. İç cepheyi tahkim etmemiz lazım. 2024 Ekiminde Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreç de aynı gerekçeyle başlatılmıştı, dışarısı karışacak, içeride barışmamız lazım. Nitekim karıştı, İsrail İran’a saldırdı, 12 gün süren savaşa şimdilik ateşkesle ara verildi ancak her an yeniden başlama ve hatta genişleme potansiyeli var. İsrail İran arasında olmasa da kuzeyimizde güneyimizde doğumuzda batımızda her an başka çatışmalar, savaşlar olabilir, etrafımız ateş çemberi, yani dışarısı karışık, öyleyse içeride barışık olmalıyız çok doğru ve mantıklı bir önerme.
Doğru olmasına doğru da barış barış demekle barış olmuyor. Nasıl ki bal bal demekle bal yemek aynı şey değilse, barış demekle barışa ermek de aynı şey değil. Barışı inşa etmek arının bal yapmasından daha zorlu bir süreçtir, hele de Ortadoğu’nun yanı başında, Avrupa ve Asya’nın geçiş noktasında Anadolu gibi bir zorlu coğrafyada. Ortadoğu insanlığın beşiğidir, tarihin başlangıcından bu yana büyük savaşlara, zorlu mücadelelere sahne olmuştur, baba evindeki bitmeyen miras kavgası gibidir Ortadoğu’daki kavgalar. Onların hemen hemen hepsinden hem geçmişte hem de günümüzde biz de nasiplenmişiz, nasipleniyoruz. O yüzden o haklı cümlenin altına imzamı atıyorum evet, hemen yanı başımızda bu karışıklar varken biz iç cepheyi tahkim etmeliyiz.
İyi de nasıl? Ne yapmalıyız ki cephemiz güçlensin. İç cepheyi güçlendirme işi doğal olarak öncelikle iktidara aittir. Birlik ve beraberliğe çağrı yapan iktidar bu birlik ve beraberliğin şartlarını da ihzar etmelidir değil mi? Peki, yapıyor mu, yani iktidarın içeride barışı inşa etmek için çabası var mı? Onlara kalsa var, Bahçeli’nin başlattığı ve bir türlü adını koyamadıkları sahipsiz yetim çocuk gibi göbek adıyla ortada kalan bir “SÜREÇ” var. O da Bahçeli’nin gayretiyle ayakta kalmaya çalışıyor, Bahçeli’nin ağır hastalığı döneminde hatırlanacaktır, süreç de yatağa düştü, derin bir kış uykusuna yattı. Hele şükür Bahçeli nihayet ayağa kalkabildi de ağır aksak birkaç demeçle de olsa yoluna devam etmeye çalışıyor. Yani sizin anlayacağınız süreç de yürümüyor aslında.
Nasıl yürüsün ki PKK silah bıraktığını açıkladı ve bekliyor ki hükümet adım atsın, mesela infaz düzenlemesiyle bir kısım siyasi mahkûmlar çıksın, tutukluluğu 9.yılına giren Selahattin Demirtaş serbest kalsın. Ne gezer infaz düzenlemesi çıktı ama PKK bu düzenlemeden sıfır çekti. AİHM ve Anayasa Mahkemesinin lehte onca kararına rağmen Demirtaş inatla salıverilmiyor. Dem gurubuyla estirilen yalancı bir bahar havası yeni anayasaya doğru yol alıyor sözde ama anayasa yapmak için olmazsa olmaz şart olan Türkiye’nin kurucu partisi ve en son yerel seçimlerde birinci olmuş CHP’ye var gücüyle her koldan saldırıyor iktidar. PKK/ DEM gurubundan sonra açıkta kalan düşman boşluğu CHP ile tıka basa dolduruldu maşallah. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve belediye başkanları dâhil belediye bürokratları aylardır tutuklu ve henüz haklarında bir iddianame de düzenlenmedi. İç cepheyi güçlendirmek ve içeride barış yapmak isteyen iktidar samimi olsa Türkiye’nin kurucu ana muhalefet partisini yargı sopasıyla linç eder mi? Kamuoyuna mal olduğu ismiyle mutlak butlan denen ve birkaç gün sonra karar duruşması yapılacak dava üzerinden mikser gibi CHP’yi karıştırır ve bundan acayip keyif alır mı?
Belli ki amaç barıştan ziyade teslim almak, sindirmek, susturmak… Anlaşılan iktidar iç cepheyi güçlendirelim derken gelin benim arkamda asker olun, hizaya durun, her kafadan bir ses çıkmasın, bu ülkeye tek bir ses yeter diyor. O yüzden muhalif siyasetçileri hapsetmekle yetinmiyor, Fatih Altaylı örneğinde olduğu gibi etkili muhalif gazetecileri de hapsediyor. Hapsederken hukuktan geçtik kanuna uygun bir gerekçe uydurmak tenezzülünde dahi bulunmuyor. Mantık şu; tutukluyorum çünkü tutuklayabiliyorum. Bu şekilde iç cephe ancak iktidarın karşısında güçlenir, iktidarın müşfik(!) kanatları altında değil.
İç cephe samimi olarak güçlendirilmek isteniyorsa işe adaleti güçlendirmekle, daha doğrusu adaletin yakasını serbest bırakmakta başlamak gerekir. Siyasilerin telefon rehberinde hâkim ve savcıların telefonu yer almasın, iktidar siyasetinin aleyhine karar veren hâkimler memleketin ücra yerlerine sürülüp istiskal edilmesin, yargı sözde değil özde bağımsız olsun. Böylece önce adalet düştüğü yerden ayağa kalkar, sonra devlet ortaya çıkar ve özlenen barış da kendiliğinden gelir o zaman. Aksi halde cepheyi güçlendirmek şöyle dursun her geçen gün düşman sayısını çoğaltır aleyhimize yeni cepheler açmış oluruz. Adalet olmadan devlet, devlet olmadan da adil bir barış olmaz.