Gerçek devrimci, “ölmeden önce ölünüz” sırrına erişmiş kişidir. Onu kendisine tutsak eden, köleleştiren, yabancılaştıran “nefs-i emmaresi”ni (nefsin ilk mertebesi) öldüren kişi bu sırra erişme yolunda kemâl tahsil eder. Nihayet beşeriyet elbisesinden sıyrılır, eski tabirle “insana inkılap eder”. Kişi bir kere öldüğünde artık bir kez daha ölmez. Onda, “Hay” ismi mutlak tecelli eder. O, artık ezeli ve ebedi “insan”dır. O, kendisini yine kendi hakikatinden uzaklaştıran heveslerin, keyiflerin peşine düşmez; nesneler ve statüler ona şeref bahşetmez. O, olduğu şeyden mutmain olarak “zevk” edinir.
Kapitalizm, tarihin hiçbir dönemiyle mukayese edilmeyecek kadar insanın “nefsini bilip” gerçek manada “özgür” olmasını zorlaştırdı. İnsanlığın kurtuluşunu, üretici güçlerin aralıksız gelişimine bağlayan, bu nedenle de kapitalizmi insanlık tarihinin büyük bir ilerici adımı olarak selamlayan Marx’ı “gerçek bir devrimci” olarak görmem mümkün değil. Sermaye birikiminin durmaksızın büyümek zorunda olduğu bir dünyada, gereksiz binlerce “ihtiyaç” üreterek, bunu sadece bir ergonomik yaşam konusu haline getirmeyip, kişinin toplum içindeki statünü belirlediğini varsaydıran bir söylemi de hâkim kılan kapitalizm, bilâkis beşeriyetin en aşağı mertebelere sürüklenmesinin imkânlarını yarattı.
İktisat ders kitaplarının ilk cümlesi, beşerin binlerce yeni zincirle bağlanıp köleleştirilmesinin adeta bir sembolüdür: “insan ihtiyaçları sınırsızdır”. Sanırım tarihin en büyük yalanı bu söz olsa gerek. Oysaki “bir hırka bir lokma” ile gerçek manada “hür insanlar”, mutluluğun ve huzurun “kamu âlemi bir bilen”, varlığın her zerresiyle neşelenebilen ve ondaki tüm tecellileri kendi hakikatinden gayrı bilmeden zevk alan kişilerdir. Onların özsaygısını, ne altlarındaki araba, ne ceplerindeki para ne ellerindeki telefon markası belirleyemez.
Kapitalizm, bize “doğaya hükümdar olarak”, refah içinde yaşanabileceğini vaat etti. Teknolojik her gelişmeyle hayatımız ne kadar da kolaylaştı diye sevindik. Oysaki her geçen devir, daha mutsuz, kaygılı, yalnız ve yorgun bir beşeriyet ortaya çıkardı. Daha çok zenginleşmek için fabrikalar açtık, Marmara Denizi’ni neredeyse öldürdük, şimdi tatil yapmak için bütün bir yıl ödenecek kredilere mahkûm olarak uzun yolculuklara mecburuz. Oysaki bütün denizlerinde yüzülebilen bir ülkede sureta daha fakir olmakla birlikte, “kredi” yükü altında ezilmeyecektik. Cebimizdeki para daha bereketli olacaktı. Otomobiller büyük rahatlık evet; ama otomobili alabilmek, benzinini koymak, yıllık bakım masraflarını, vergisini v.s. ödeyebilmek için, günde kaç saatimizi sadece onun için çalışarak harcamak zorunda kalıyoruz bir düşünelim. Oysaki işimiz kentin bir ucunda, oturduğumuz evimiz ise, güvenlik kaygısıyla bir nevi “getto” olan diğer uçtaki sitelerde olmasaydı, sanayi uygarlığının ortaya çıkarttığı mega-kentler doğmasaydı, birbirini tanıyan insanlar olarak küçük birimler halinde yaşamaya devam etseydik, bu kadar çok otomobile de ihtiyaç duymayacaktık. Örnekler “ihtiyaçlar” kadar “sınırsız” verilebilir. Elbette burada kastım, “geriye dönelim” diyerek Orta-Çağ güzellemesi yapmak değil. Yaşam tarzımızı ve mübadele biçimini dönüştürerek, kapitalizmin olmadığı bir dünyanın var olabileceğini söylemek. Onun iktisadi, siyasal, kültürel v.s. bütün yalanlarıyla hesaplaşarak insanlığı hakikate çağırabilmekten bahsediyorum. Bunun yolu da önce kendi hayatlarımızda “devrim” yapabilmektedir.
Biliyorum, bazı arkadaşlar bu sözlerimi “bireysel kurtuluşçu” olarak nitelendirip, toplumsal kurtuluş olmadan birey kendi hayatında devrim yapamaz diyeceklerdir. Oysaki tam tersi, hayatın her şeyin zıddıyla kaim olduğu bir diyalektik esasa dayanması, insanın iyi veya kötü addedilen her şeye şahit olarak, bu şahitlik neticesinde vereceği kararlarla ancak kemâlât tahsil edebileceği manasına gelir. Bu nedenle “cennet” bir kemâlât” yeri değildir, çünkü zıtlıklar dünyadaki gibi realiyeti doğurmaz. Beşer, kendisini pişirecek, olgunlaştıracak, kişiliğini güçlendirecek zorluklardan, ateşlerden, tercihlerden geçmeden tekâmül edemez. Bunu başarabilen bireyler yanındakilerle adeta bir komün oluşturup daha sonra bu komün halkaların ayrı ayrı büyümesiyle kapitalizmi sönümlendirebilir.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Pepe Mujica bana bunları yazmam için bir neden verdi. Mujika’ın öyküsü, basit yaşamanın kişiyi özgür kıldığını, mutlu olmanın kişiyi binlerce zincire vuran kapitalist ihtiyaç söylemini reddetmekle mümkün olduğunu, toplumdaki yerimizi başkalarının gözünden değil, “insan” olmanın zevkiyle değerlendirirsek tatmin olacağımızı öğretti. Modern Çağ’da Gandhi ve Mujica gibi “gerçek” manada devrimciler zuhur ettiler. Sanırım kafamızı, kapitalizmin hakkından gelmek için binlerce ağır teorik tartışmanın içinde yer aldığı metinlerden kaldırıp, pratikte “insan” mertebesine ulaşmak için çabalasak çok daha büyük mesafe alacağız. Yolu belli; basit yaşa, her şeyi senin bir parçan olarak gör ve ona göre muamele et, kendin için yapılmasını istemediğini başkası için yapa, sözüne sadık ol, çevrendekilerin başarılarıyla övün, başkalarının hatasını görmeye çalışma gözün hep kendi üzerinde olsun, insanlardan nefret etme, onların bu halde olduklarına üzülebilirsin belki. Unutma, Hz. İsa çarmıhta bile “Baba onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar” demişti. Asaletin ancak “diğerkâmlıkla” olabileceğini anla. Zulmederek, hak yiyerek, yalan söyleyerek bir şeyler kazandığını zannetme; ruhunu, aslını öyle bir kirletirsin ki, her şey bitip geriye baktığında eşekten ziyade keyiflenmediğini ama bu hayatın zevkine varamadığını görürsün. Elbette hakkı savunurken mert ol, “özgür” bir adama ne kaybettirebilirler ki? Sen çoktan onların sana vurduğu zincirleri fırlatıp atmışsındır. Seni neyle tehdit edebilirler, sen sana hiçbir şeyi ait görmezsen. Ramayana Destanı’nda geçer, kaplanların bile ürktüğü bir eşkıya, çıplak bir keşişin yolunu keser. Keşiş, gördüğünü üzere kendisine verilebilecek hiçbir şeyi olmadığını söyler. Bunun üzerine eşkıya, “öyleyse canını alırım” dediğinde, keşiş “kusura bakma, öyle fakirim ki canımı bile Hakk’a vermiştim. Bu nedenle ölümsüz oldum, verebilecek bir canım bile yok der. Hz. Muhammed “fakirlik övüncümdür” derken, kişideki her şeyin Hakk’ta ifna olmasını kasteder. Böyle birinin canını bile alamazlar. İnşallah bu metnin yazarı da beşeriyetten insanlığa inkılap eder de özgür olarak yaşamanın zevkini alır. En azından şimdilik taklitle bile olsa çabalayalım, bakarsınız Allah lütfeder taklit tahkike dönüşür.